İşim gereği her gün en az 15-20 rapora göz gezdiriyorum. 2-3 sayfalık bültenleri, politika notlarını ya da sektör analizlerini ise saymak mümkün değil. Ancak bu yoğun rapor trafiğinde dikkat çeken tek bir ortak nokta var: Türkçe nitelikli çalışma bulmakta zorlanmak..
Türkiye’deki popüler kültür virüsü maalesef ekonomi ve araştırma dünyasını
da sarmış durumda. Ve bu durumun merkezinde ne yazık ki vasatlık, daha doğrusu
metodolojik bir yetersizlik yatıyor. Sosyal bilimlerde, doğrudan ispatlama
kolay değildir; bu yüzden ya matematiksel modeller kurarız ya saha
araştırmaları yaparız ya da bütüncül bir veri analizi geliştiririz.
Ancak birçok çalışmada en popüler, en "trend" yöntemin tercih
edildiğini görüyoruz. Özellikle makine öğrenmesi gibi konulara ilgi var ama
çoğu zaman bu çalışmalar ekonometrik temelden uzak, çok temel hatalar içerir ve
çoğu zaman neyin neden yapıldığı belirsizdir — sadece yapılmış olmak için
yapılır.
Saha araştırmaları ise bambaşka bir disiplin. Sadece anket yapmak yetmez;
soruların hazırlanması, ölçeklerin belirlenmesi, istatistiksel analiz ve yorum
süreci başlı başına bir uzmanlık işidir. Türkiye'deki saha çalışmalarının büyük
bölümü ise bu süreci bilimsel düzeyde yürütemediği için yalnızca kamuoyu
eğilimi ölçmeye yarar hale geliyor.
Veri analizi ise belki de en zorlu alan. Çünkü yalnızca istatistiksel bilgi
değil; sezgi, örüntü tanıma yeteneği, öngörü ve analitik disiplin gerektirir.
Ne yazık ki birçok analiz çalışması yalnızca verilerin görselleştirilmesinden
ibaret kalıyor. Ortada analiz yok, sadece “veri kusması” var — grafik üstüne
grafik, tablo üstüne tablo... Bağlantı kurulmadan, neden-sonuç ilişkileri inşa
edilmeden, içgörü üretmeden.
Nitelikli bir araştırmanın olmazsa olmazları vardır: amaç, kapsam,
motivasyon, özgünlük, yöntem, hipotez ve sonuç. Ancak ülkemizde birçok
çalışmada bu temel unsurlar arasında hiçbir tutarlılık göremiyoruz. Başlıkla
içerik uyuşmuyor. Hipotez eksik ya da yanlış. Sınama yöntemi ya yok ya da
alakasız. “Analiz” var deniyor ama bulgu yok, sonuç yok.
Bir Örnek Olarak Yeni Bir Rapor: Biçim Var,
İçerik Yok
Finera olarak Türkiye'deki sığınmacıların ekonomiye ve istihdam piyasasına
etkilerini inceleyen bir araştırma projesi başlattık. Literatürü tararken güçlü
bir ticaret odasının kurduğu bir “Araştırma Merkezi’nin aynı konuda bir rapor
yayımladığını gördük: “Göçmen İşgücünün Ekonomik Etkileri: Türkiye’de
İstihdam, Büyüme ve Politika Önerileri”
Rapor ilk bakışta etkileyici görünüyor. Sayfalarca başlık, teorik çerçeve,
kavramsal ayrım, literatür özeti... Ancak okumaya başladığınızda şunu fark
ediyorsunuz: bu bir analiz değil, bir metin kolajı. Ne bir saha araştırması yapılmış
ne bir ekonometrik yöntem kullanılmış. Sadece makro düzeyde genel veriler bir
araya getirilmiş ve grafikleştirilmiş.
Ancak en büyük sorun, bu verilerden bir örüntü çıkarılmamış olması.
Grafikler alt alta sıralanmış ama aralarında bir ilişki kurulmamış. Veri
yorumlanmamış, içgörü üretilmemiş. “Veri analizi yapılmış” deniliyor ama ortada
analiz değil, sadece şekilsel bir sunum var.
Politika Önerileri: En Sorunlu Alan
Rapordaki “Politika Önerileri” bölümü ise belki de en zayıf halka. Çünkü
raporun içeriği boş. Boş bir içeriğin sonunda doğal olarak bir bulgu da yok.
Bulgu olmayınca da önerilecek bir şey kalmıyor. O bölümde yer alan klasik,
klişe cümleler dışında somut hiçbir şey yok: Ne ekonomik fizibilite, ne etki
analizi, ne uygulanabilirlik değerlendirmesi...
Asıl Soru Hiç Sorulmuyor
Raporda, bültende ya da notta kullanılan yöntemler bir yana, asıl temel
soru çoğu zaman sorulmuyor.
Bu çalışma ne
işe yarayacak? Kime hitap edecek? Ne fayda sağlayacak?
Bu sorular sorulmadan hazırlanan her içerik, yalnızca “bir şey üretmiş
olma” kaygısının sonucu. Ama bu yaklaşım yalnızca kaynak israfı yaratmıyor,
aynı zamanda entelektüel kirlilik de oluşturuyor. Gerçekten fayda üretmeyen,
karar vericiye yol göstermeyen, araştırmacıya ilham vermeyen hiçbir çalışmanın
anlamı yok.
Sorun Sadece Bu Rapor Değil
Bu durum tek bir merkeze özgü değil. Türkiye’deki birçok kamuya bağlı
araştırma merkezi, üniversite enstitüsü ve hatta bazı sivil toplum kuruluşları
bu sorunu paylaşıyor. Araştırma üretimi adeta bürokratik bir zorunluluğa
dönüşmüş durumda. “Proje tamamlandı mı?”, “Rapor çıktı mı?” — asıl soru
sorulmuyor: “Bu rapor bir karar alıcıyı etkiledi mi?”
Bilgi Kirliliği: Sayfa Sayısı = Kalite Yanılgısı
Yayımlanan bu tip raporlar aslında bilgi kirliliği yaratıyor. Kavramların
bolca kullanılması analiz yapıldığı anlamına gelmiyor. Raporlar uzun ama
anlamsız; kavramsal ama içi boş. Bu yüzden de gerçekten nitelikli analizler
görünmez hale geliyor.
Ne Olmalıydı?
- TÜİK mikro verisi kullanılarak sektörel ve
bölgesel düzeyde göçmen-istihdam ilişkisi incelenebilirdi.
- Panel zaman serisi modelleri ile göçmen
varlığının bölgesel işgücü piyasalarına, ücret dinamiklerine ve kişi başı
gelir düzeyine etkisi analiz edilebilirdi. Bu yöntemle zaman içi değişim
ve bölgesel kırılmalar birlikte değerlendirilebilirdi.
- Nitelikli bir saha araştırması tasarlanarak
hem işverenler hem de göçmen çalışanlar özelinde işgücü entegrasyonu,
kayıt dışılık, ücret farklılıkları ve sosyal uyum gibi alanlarda veri
toplanabilirdi.
- Politika önerileri, bu analizlerin
bulgularına dayanarak kamu harcamaları, işgücü piyasası dengeleri ve
ekonomik büyüme üzerindeki potansiyel etkiler ışığında uygulanabilir ve
ölçülebilir bir çerçevede geliştirilebilirdi.
Sonuç: Analiz Değil, Taklit Üretiyoruz
Türkiye’deki araştırma merkezleri büyük potansiyele sahip. Ancak bu
potansiyelin gerçeğe dönüşmesi için ciddi bir değişim şart: Veriye dayalı
çalışma, açık metodoloji, özgün öneriler ve eleştiriye açık bir akademik zemin.
Aksi halde yayımlanan her rapor, entelektüel bir simülasyondan ibaret kalacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder