11 Haziran 2025 Çarşamba

Raporlar Hazırlanıyor, Kimse Okumuyor: Türkiye’de Analizin Boşluğu ve Araştırma Merkezleri Gerçeği

İşim gereği her gün en az 15-20 rapora göz gezdiriyorum. 2-3 sayfalık bültenleri, politika notlarını ya da sektör analizlerini ise saymak mümkün değil. Ancak bu yoğun rapor trafiğinde dikkat çeken tek bir ortak nokta var: Türkçe nitelikli çalışma bulmakta zorlanmak..

Türkiye’deki popüler kültür virüsü maalesef ekonomi ve araştırma dünyasını da sarmış durumda. Ve bu durumun merkezinde ne yazık ki vasatlık, daha doğrusu metodolojik bir yetersizlik yatıyor. Sosyal bilimlerde, doğrudan ispatlama kolay değildir; bu yüzden ya matematiksel modeller kurarız ya saha araştırmaları yaparız ya da bütüncül bir veri analizi geliştiririz.

Ancak birçok çalışmada en popüler, en "trend" yöntemin tercih edildiğini görüyoruz. Özellikle makine öğrenmesi gibi konulara ilgi var ama çoğu zaman bu çalışmalar ekonometrik temelden uzak, çok temel hatalar içerir ve çoğu zaman neyin neden yapıldığı belirsizdir — sadece yapılmış olmak için yapılır.

Saha araştırmaları ise bambaşka bir disiplin. Sadece anket yapmak yetmez; soruların hazırlanması, ölçeklerin belirlenmesi, istatistiksel analiz ve yorum süreci başlı başına bir uzmanlık işidir. Türkiye'deki saha çalışmalarının büyük bölümü ise bu süreci bilimsel düzeyde yürütemediği için yalnızca kamuoyu eğilimi ölçmeye yarar hale geliyor.

Veri analizi ise belki de en zorlu alan. Çünkü yalnızca istatistiksel bilgi değil; sezgi, örüntü tanıma yeteneği, öngörü ve analitik disiplin gerektirir. Ne yazık ki birçok analiz çalışması yalnızca verilerin görselleştirilmesinden ibaret kalıyor. Ortada analiz yok, sadece “veri kusması” var — grafik üstüne grafik, tablo üstüne tablo... Bağlantı kurulmadan, neden-sonuç ilişkileri inşa edilmeden, içgörü üretmeden.

Nitelikli bir araştırmanın olmazsa olmazları vardır: amaç, kapsam, motivasyon, özgünlük, yöntem, hipotez ve sonuç. Ancak ülkemizde birçok çalışmada bu temel unsurlar arasında hiçbir tutarlılık göremiyoruz. Başlıkla içerik uyuşmuyor. Hipotez eksik ya da yanlış. Sınama yöntemi ya yok ya da alakasız. “Analiz” var deniyor ama bulgu yok, sonuç yok.

Bir Örnek Olarak Yeni Bir Rapor: Biçim Var, İçerik Yok

Finera olarak Türkiye'deki sığınmacıların ekonomiye ve istihdam piyasasına etkilerini inceleyen bir araştırma projesi başlattık. Literatürü tararken güçlü bir ticaret odasının kurduğu bir “Araştırma Merkezi’nin aynı konuda bir rapor yayımladığını gördük: “Göçmen İşgücünün Ekonomik Etkileri: Türkiye’de İstihdam, Büyüme ve Politika Önerileri”

Rapor ilk bakışta etkileyici görünüyor. Sayfalarca başlık, teorik çerçeve, kavramsal ayrım, literatür özeti... Ancak okumaya başladığınızda şunu fark ediyorsunuz: bu bir analiz değil, bir metin kolajı. Ne bir saha araştırması yapılmış ne bir ekonometrik yöntem kullanılmış. Sadece makro düzeyde genel veriler bir araya getirilmiş ve grafikleştirilmiş.

Ancak en büyük sorun, bu verilerden bir örüntü çıkarılmamış olması. Grafikler alt alta sıralanmış ama aralarında bir ilişki kurulmamış. Veri yorumlanmamış, içgörü üretilmemiş. “Veri analizi yapılmış” deniliyor ama ortada analiz değil, sadece şekilsel bir sunum var.

Politika Önerileri: En Sorunlu Alan

Rapordaki “Politika Önerileri” bölümü ise belki de en zayıf halka. Çünkü raporun içeriği boş. Boş bir içeriğin sonunda doğal olarak bir bulgu da yok. Bulgu olmayınca da önerilecek bir şey kalmıyor. O bölümde yer alan klasik, klişe cümleler dışında somut hiçbir şey yok: Ne ekonomik fizibilite, ne etki analizi, ne uygulanabilirlik değerlendirmesi...

Asıl Soru Hiç Sorulmuyor

Raporda, bültende ya da notta kullanılan yöntemler bir yana, asıl temel soru çoğu zaman sorulmuyor.

Bu çalışma ne işe yarayacak? Kime hitap edecek? Ne fayda sağlayacak?

Bu sorular sorulmadan hazırlanan her içerik, yalnızca “bir şey üretmiş olma” kaygısının sonucu. Ama bu yaklaşım yalnızca kaynak israfı yaratmıyor, aynı zamanda entelektüel kirlilik de oluşturuyor. Gerçekten fayda üretmeyen, karar vericiye yol göstermeyen, araştırmacıya ilham vermeyen hiçbir çalışmanın anlamı yok.

Sorun Sadece Bu Rapor Değil

Bu durum tek bir merkeze özgü değil. Türkiye’deki birçok kamuya bağlı araştırma merkezi, üniversite enstitüsü ve hatta bazı sivil toplum kuruluşları bu sorunu paylaşıyor. Araştırma üretimi adeta bürokratik bir zorunluluğa dönüşmüş durumda. “Proje tamamlandı mı?”, “Rapor çıktı mı?” — asıl soru sorulmuyor: “Bu rapor bir karar alıcıyı etkiledi mi?”

Bilgi Kirliliği: Sayfa Sayısı = Kalite Yanılgısı

Yayımlanan bu tip raporlar aslında bilgi kirliliği yaratıyor. Kavramların bolca kullanılması analiz yapıldığı anlamına gelmiyor. Raporlar uzun ama anlamsız; kavramsal ama içi boş. Bu yüzden de gerçekten nitelikli analizler görünmez hale geliyor.

Ne Olmalıydı?

  • TÜİK mikro verisi kullanılarak sektörel ve bölgesel düzeyde göçmen-istihdam ilişkisi incelenebilirdi.
  • Panel zaman serisi modelleri ile göçmen varlığının bölgesel işgücü piyasalarına, ücret dinamiklerine ve kişi başı gelir düzeyine etkisi analiz edilebilirdi. Bu yöntemle zaman içi değişim ve bölgesel kırılmalar birlikte değerlendirilebilirdi.
  • Nitelikli bir saha araştırması tasarlanarak hem işverenler hem de göçmen çalışanlar özelinde işgücü entegrasyonu, kayıt dışılık, ücret farklılıkları ve sosyal uyum gibi alanlarda veri toplanabilirdi.
  • Politika önerileri, bu analizlerin bulgularına dayanarak kamu harcamaları, işgücü piyasası dengeleri ve ekonomik büyüme üzerindeki potansiyel etkiler ışığında uygulanabilir ve ölçülebilir bir çerçevede geliştirilebilirdi.

Sonuç: Analiz Değil, Taklit Üretiyoruz

Türkiye’deki araştırma merkezleri büyük potansiyele sahip. Ancak bu potansiyelin gerçeğe dönüşmesi için ciddi bir değişim şart: Veriye dayalı çalışma, açık metodoloji, özgün öneriler ve eleştiriye açık bir akademik zemin. Aksi halde yayımlanan her rapor, entelektüel bir simülasyondan ibaret kalacak.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder