24 Şubat 2021 Çarşamba

Boğaziçi Meselesi Üzerinden Akademik Sorunlar ve Çözümleri

Boğaziçi’ne yapılan rektör ataması ve sonrasında yaşananlar herkesin malumu. Olayın siyasi ve ideolojik birçok yönü bulunmakta. Fakat temelde üniversite rektörü, dekanı ve bölüm başkanının siyasi irade tarafından atanması 1980 darbesinin yansımasıdır. Ve olması gereken üniversitelerin tamamen özerk olması ve Yök boyunduruğundan kurtarılmasıdır. Ancak sorunlar sadece rektör ve atanmasıyla bitmiyor. Bu meseleleri yazmak elbette ki benim haddime değil. Ülkemizde çok kaliteli eğitimciler ve uzmanlar mevcut. Ancak çoğunluk sustuğu için haddi aşmak ve birkaç kelam etmek gerek sanki.

Öncelikle, tabi ki siyaset tarafından atanan ilk rektör Melih Bulu değil. Hatta Boğaziçi Üniversitesine atanan ilk siyasi rektör de değil. Üniversite bileşenlerinin söylemine göre, üniversitenin içinden olmayan birinin atanmasını istemiyorlarmış. Bugüne kadar diğer üniversitelere yapılan atamaları, onlarca akademik usulsüzlüğü umursamayan bu grup sıra kendilerine geldiğinde feryat ettiler. Sorun şu ki sıra onlara geldiğinde onları destekleyecek kimse kalmamıştı akademide. Aynı örneği barolarda görmüştük. Ülkedeki yüzlerce hukuksuzluk karşısında birkaç mırıltının dışında ses çıkarmayan barolarımız mesele baroların bölünmesine geldiğinde müthiş bir gürültü kopardı. Kısacası ülkedeki tüm kişi ve kurumlar bana dokunmaya yılan bin yaşasın mantığında ve kendisine doğrudan etki etmeyen tüm olaylara karşı duyarsız ya da çok az duyarlı. Gel gelelim onların duyarsızlığı yaşanan durumu normalleştirmiyor. Yapılan yanlışı düzeltmiyor. Kısacası kayyum rektöre tabi ki karşıyım.

Akademideki sorunlar temelden başlayıp zirveye kadar ulaşıyor. (Not: Bu yazılanlardan bazı kişi ve kurumlar istisnadır) Önce en temelden başlamak gerek sanırım. Ülkemizin ekonomik potansiyeli belli. Yükseköğretim mezunu genç sayısı da tıpkı herhangi bir mal ve hizmet gibi bir arz ve talebe sahiptir. Üniversitelerimiz aşırı sayıda ve kalitesiz mezun veriyor (çok sayıda ve kaliteli olsa zaten bu durumda olmazdık). Bir de buna ekonomik durgunluk eklenince durum içinden çıkılmaz halde. Fakültelerde verilen derslerin içerikleri yetersiz, akademik personelin kalitesi çok düşük, kaliteli olanın da eğitim umurunda değil. Tüm dersler vize ve final puanı için işlenir. Hocalar sınavda sorabileceği şeyleri anlatır. Sınavdan sonra tüm bilgiler unutulur. Neden sonuç kurgusundan ve analitik bakış açısından yoksun öğretim sistemimiz. Velhasıl zaten lisans eğitiminin berbat olduğu konusunda herkes hem fikir. Bu konuyu uzatmak yersiz.

Geleceğin akademisyenini yetiştirecek ve bir konuda uzmanlık kazandıracak yüksek lisans ve doktora programlarının durumu da içler acısı. Lisansüstü eğitime ales+yds+not ortalaması+bilim sınavı ile öğrenci alınıyor. Zurnanın zırt dediği yer bilim sınavı. Aşırı göreceli, eşitlikten uzak ve çoğunlukla mülakat olan bu sınavlarda kontenjanlar hep adrese teslim oluyor. Buraya 4 farklı torpil haberini bırakayım. Bunun gibi yüzlercesi var 1, 2,3,4. Ales puanı çok yüksek iyi dil bilen birçok aday elenirken abuk adaylar sıralamaya giriyor. Tezsiz yüksek lisans programları ise artık belediyelerin verdikleri sertifika programları gibi oldu. Çoğu okulda yüksek lisans programlarında ders anlatılmıyor. Çalakalem sınavda sormak için anlatılan ufak tefek şeylerin dışında bom boş bir yıl geçiyor. Öğrenciler bir şekilde dersleri geçiyor ve teze başlıyor. Bu konuda ise durum daha vahim çünkü para ile tez yazan yüzlerce şirket var. Bir araştırmaya göre yazılan tezlerin 3 de biri parayla yazdırılıyor. Kalitesi düşük intihali yüksek paralı bu tezler her yerde. Başta belirttiğim gibi istisnaları bir kenara bırakırsak, öğrenci tezi kendisi dahi yazsa, özgünlükten uzak, kopyala yapıştır ya da değiştir yazlardan oluşan bir tez söz konusu.

İşte doktora öğrencilerinin çok büyük kısmı bu yüksek lisans öğrencilerinden oluşuyor. Peki torpille girişi bir yana bırakırsak orada işler nasıl? Lisans düzeyinde kitaplar ve ders anlatımıyla biraz ilerleniyor. Çoğu okulda ders dahi işlenmeden birkaç ödevle dersler bitiriliyor. Doktora yaptığı alanda çok az bilgi sahibi olan, o alandaki temel kitapları dahi okumamış, yeterlik sınavından önce sadece sınavı geçmek için çalışıp sonra unutmuş doktora öğrencileri. Göstermelik yeterlik sınavları, çalakalem yazılan hatta parayla yazdırılan tezler…  İşte bu şartlarla mezun olan ya da olacak olanlar, mevcut akademisyenlerimiz ya da geleceğimizin akademisyenleri. Başta da dediğimiz gibi birkaç üniversite bu kapsamın dışında.

Akademisyen olurken yüksek lisans ve doktorayı olması gerektiği gibi bitirip torpilsiz atanmış olduğunu farz edelim ve sorunlara öyle bakalım. Öncelikle inanılmaz bir dil problemi var. Ve İngilizce bilmeden de akademisyen olunacağı iddiası sürekli konuşuluyor. Eğer alanınız Türk dili, Türk hukuku gibi asıl kaynakların Türkçe olduğu bir alan değilse dil bilmeden akademisyen olmak mümkün değil. En azından okuduğunuzu anlamanız gerek. Örneklendirecek olursak; benim alanım iktisat ve Türkçe yazılmış çok az iktisat kitabı ve makalesi var. Çoğu kült kitabın tercümesi yok ve olanların çoğu kötü. İngilizce (bazı branşlarda farklı dil) kaynaklar yerkürenin tamamı ise Türkçe kaynaklar sizin apartman daireniz gibi. Kısacası dil bilmeden bilim dünyasını anlamanız ve takip etmeniz olanaksız. Hele ki uluslararası makale yayımlamak için sadece okuduğunu anlamak değil aynı zamanda o dili kullanabilmek de gerek, hem de iyi bir şekilde.

Hocalarımızın hakemli makale, uluslararası hakemli makale, kitap ve atıf vb göstergeleri facia. Mesela 68 rektörümüzün hiç uluslararası yayını yok (kaynak). Üstelik kitap diye basılan şeyler basit birer derleme ya da konuyla ilgisiz bilgiler içeren tuğla. Belki yarısı belki daha fazlası bu durumda. Akademide ve hatta twitterda hocalar kendi aralarında paslaşıyorlar. Her biri bir diğerine sürekli atıf yapıyor. Çoğu hocamızın makaleleri hep aynı dergilerde basılıyor. Velhasıl bilimsel içerik üretmekten uzak bir akademisyen yapımız var (kaynak). Çok ama çok kıymetli hocalarımız ise (ki artık çoğunluk değiller) türlü haksızlıklar, kötü yönetim ya da başka sebeplerle yurt dışına gidiyor, özel sektöre geçiyor ya da işine küsüp üretmeyi bırakıyor. Mücadeleye devam edenlerine selam olsun. Öğrenci yetiştiren hoca ise çok az. Bu konuyu daha önce yazmıştım. Tekrar bu konuya girmek istemiyorum.

Tabi ki burada tüm akademinin sorunlarını tek çırpıda yazacak değilim. Ufak bir Google araştırmasıyla hepsi görülebilir zaten. Peki benim çözüm önerim nedir? Bunları tek tek sıralayacağım. Elbette çoğu zaten sürekli konuşulan öneriler. Tabi ki benim eklemelerim de mevcut. 

Öncelikle YÖK denen ve her dönemde muktedir olanın sopası olmaktan başka işlem görmeyen kurum kaldırılmalıdır.

Üniversiteler kendi rektörlerini ve senato üyelerini, fakülteler dekanlarını ve bölümlerde bölüm başkanlarını seçmelidir. Ve bir kişi en fazla 2 kez seçilebilmelidir.

Üniversiteler Sayıştay’ın denetimine tabi şekilde, idari, mali ve bilimsel olarak özerk olmalıdır.

Mevcut 131 kamu üniversitesinin en az yarısı kapatılmalıdır. (Öğrencisi olmayan bölümler, ihtiyaç duyulmayan meslekler, boşa harcanan kaynaklar…) Bu kurumlara harcanan paralar diğer üniversitelerde kullanılmalıdır.

Özel üniversitelere çok sıkı kurallar getirilmeli, apartman üniversiteleri ve başarılı olmayan üniversiteler derhal kapatılmalıdır.

Açık öğretim fakülteleri derhal kapatılıp mevcut yapıları meslek edindirme kurslarına dönüştürülmelidir.

Meslek yüksek okulları üniversitelerin bünyesinden çıkarılmalı tamamen işgücü piyasasına göre eleman yetiştiren yapıya bürünmelidir.

Tıp fakülteleri üniversite bünyesinden ayrılmalı, diğer sağlık bilimleri ile (hemşirelik, eczacılık vs) birlikte üniversite statüsünde tıp akademileri oluşturulmalıdır. (Böylece tıp fakültesinin ardına saklanan çoğu üniversitenin aslında bilim üretmediğini de göreceğiz.)

Mezun planlaması yapılmalı ve kontenjanlar buna uygun olarak düşürülmelidir. (Eğitim fakülteleri, İİBF, ilahiyat başta olmak üzere)

Akademisyenlere H endeksine benzer bir endeks getirilmeli, prof. Doç. ve dr. Olabilmek için endeks şartı getirilmelidir. Bu koşul şu an mevcut tüm akademisyenlere de objektif uygulanmalıdır ve sözde akademisyenler derhal üniversitelerden temizlenmeli, ünvanları düşürülmeli ya da tamamen alınmalıdır.

Unvan elde edildikten sonra ise, elde tutabilmek için yayın şartı olmalıdır.

4 beceride bir yabancı dili bilmeyen akademisyen doç. olamamalıdır.

Akademisyenlerin üretkenliği ile orantılı maaş ödenmelidir.

Öğrenci sayısı ile akademisyen sayısı arasında oran kurulmalı akademisyenlerin ders yükü azaltılmalı ve ders yükü ile orantılı bir maaş ödenmelidir.

Yüksek lisans ve doktorada bilim sınavı ve mülakat kaldırılmalı, ortalama+ales+yds üzerinden alım yapılmalıdır.

Alesi 70 YDS si 80 altı olan adaylar doktoraya kabul edilmemelidir.

Alan dışı girişler için bilimsel hazırlık, yüksek lisans ve doktorada ise normal dersler gerçek anlamda bu seviyeye uygun olmalıdır.

Lisansüstü programlarda ileri okumalar ve makale yazımı ön planda tutulmalıdır.

Doktora yeterlik sınavı ve mülakatı tüm üniversiteler için ÖSYM tarafından yapılmalıdır.

Doktora tezleri sadece intihal programıyla değil bir komisyon tarafından didik didik incelenmeli özgün olmayan tezler iptal edilmedir.

Lisans ve lisansüstü bütün programlarda devam zorunluluğu olmalıdır (en az %75).

Tüm programlar tıpkı özel üniversiteler gibi ücretli olmalı başarı koşulu sağlanırsa (mesela %70) tam burs şeklinde ücretsiz olmalıdır. Ve tüm sınavlar klasik usulde olmalıdır.

Lisans öğrencilerinden başarılı olanlara (mesela %10) başarı bursları verilmeli başarı teşvik edilmelidir.

Atılma koşulları aynen devam etmeli ve af tamamen kaldırılmalıdır.

Son olarak materyaller ve müfredat güncellenmelidir.

Bu öneriler uzaar gider. Üniversitelerin öğretim teknikleri, teknik altyapıları, eğitim içerikleri, burs ve yurt olanakları başta olmak üzere binlerce sorun daha sıralanabilir. Çok farklı çalışmalar ve fikirler ortaya atılabilir. Fakat maksat hasıl oldu sanırım. Daha uzatmaya gerek yok. Tüm üniversitelerimizin bilim ürettiği günleri görmek ümidiyle...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder