Geçen gün birkaç parça eşya almak için çarşıya gittim. Tabi fiyatlar herkesin malumu. Dün 10 lira olan bugün 15 olmuş, yarın da 20 olacak. Esnafın biri şöyle bir tabela asmış “Fiyatlarımız geçen haftaya göre çok pahalı olabilir, fakat gelecek haftaya göre çok ucuz”. Bir markete girdim teyzenin biri tuvalet kâğıdı fiyatlarını görünce şok oldu. Sonra “bunu bilerek yapıyorlar ahlaksız stokçular” dedi. Teyzeme göre tüm bu fiyat artışının sorumlusu ahlaksız ve doyumsuz esnaflardı.
Bir başka gün marketten çıkmış gelirken komşumun biri arkadan seslendi, bende durdum. Yanıma gelince “Yahu ne olacak bu ekmek fiyatının hali, bu tost ekmeğini 4 liraya alıyordum 7 lira olmuş” dedi. Bende sorun belli çözümü belli abi dedim. Döküldü resmen. Bunlar hep esnaf milletinin şerefsizliğindenmiş. İki yıl önce 100.000 TL’ye aldığı araba 360.000 TL olmuşmuş. Daha geçende bir arkadaşı ev almak için biriyle anlaşmış, adam ertesi gün fiyat yükseltmiş, arkadaşı farkı birkaç günde tamamlamış gittiğinde fiyatı tekrar yükseltmişmiş. Bunlar hep insanımızın adiliğinden fırsatçılığındanmış. Kısacası dış mihraklar iç mihraklara dönmüş durumda. Bu amcamız ve teyzemiz durumdan çok şikayetçi fakat nefretlerini yönelttikleri yer yanlış.
Yukarıda TÜİK’in inşaat maliyeti endeksi var. Bina yapmanın maliyeti geçen yıla göre %42 artmış. Ki bu grafik ekimde bitiyor yani dolar 9,5 TL iken. Siz ev sahibi olarak biliyorsunuz ki, seneye bitecek konutların fiyatı şu ankinden en az %42 daha fazla olacak. Aşağıda sektörlerin maliyet dağılımı grafiğinde verildiği üzere inşaat maliyetinin %70’e yakını malzeme, bu malzemenin önemli bölümü ithal ve döviz kuru durmadan artıyor. Yani bu %42’lik fiyat artışı daha da yükselecek. Peki siz evinizi ucuza satar mısınız? Aynı paraya başka bir ev alamayacağınızı bile bile. Fiyatının fırlayacağını bile bile. Ya da 100 dolarınız var diyelim, artacağını bile bile doları 17 liradan bozdurur musunuz? Tüm bunların cevabı hayır. Sebebi basit sattığınız herhangi bir şeyi yeniden almaya kalktığınızda sattığınız paraya alamayacaksınız. İşte esnafın durumu da budur.
Ülkemiz hammadde ve ara madde üretiminde dışa bağımlı. Bugün buğdaydan bakıra, mobilya malzemesinden inşaat demirine, otomobil lastiğinden gözlük malzemesine hemen her şey ithal. Bir ithalatçı düşünelim şimdi bu arkadaşımız hayvan yemi satsın. Esnaf bu toptancıya gidip yem istediğinde çuvalı 100 lira olsun. Ertesi hafta döviz fiyatı %30 yükselirse, bingo yemin fiyatı 130 lira olur. Peki sonraki hafta %15 yükselirse? Bildiniz 150 TL olur. İki haftada esnafın satış fiyatı %50 zamlanmış olur. Nedeni basittir o esnaf yem almaya toptancıya yem almaya gittiğinde fiyatın %50 artacağını adı gibi bilir. İthalatçı esnafa elindeki malı size 100 liraya verse, yenisini ithal etmek istediğinde aynı malı aynı paraya alması mümkün değil. Peki bu durumda siz olsanız deponuzdaki malı (gerçek mal bazında) zarar etmek pahasına eski fiyattan verir misiniz? Buna hiç kimse evet demez. Devletin kendisi bile. Ceza ve harçlar, akaryakıt, doğalgaz, elektrik, tren bileti, THY uçak bileti vs vs hepsine gelen zam ortada. Ne yani devletin kendiside mi fırsatçı?
Bir diğer olay şudur. Bizim insanımız ahlaksız ve fırsatçıysa, ki böyle bir kesim gerçekten var, bu durum ne zaman ortaya çıkar bunu sormak gerek. Fırsatçılar bir günde belirmez. Kriz döneminde ortaya çıkar. Kriz yoksa fırsatçı göremezsiniz.Peki fırsatçılık nedir? Fırsatçılık şudur: çok kısa bir dönemde bir mala olan aşırı ihtiyaç (talep) durumunda satıcının elindeki ürünü çok yüksek fiyattan satmasıdır. Örnek olarak pandeminin başındaki maske fiyatlarını verebiliriz. (Yada havalimanındaki patlamadan sonra 10 liralık mesafe için 100$ isteyen taksşciyi.) Peki sonra ne olur? Normal işleyen ekonomide bu alanda aşırı kar olduğunu gören müteşebbisler derhal maske üretmeye başlar. Bu alanda üretim yapan sayısı artınca da maske fiyatı düşer. İşte fırsatçılık budur. Çözümüde basittir. Yaşanılan durumunsa fırsatçılık ya da stokçulukla ilgisi yoktur. Peki bizim yaşadığımız şey ne? Tanıştırayım ENFLASYON olur kendisi.
Enflasyon çeşitli mal ve hizmetlerden oluşan bir mal sepetinin ya da ülkede üretilen tüm mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki sürekli artıştır. Peki enflasyon nasıl oluşur?
1- Bir malın ya da hizmetin üretilmesi için gereken girdilerin maliyeti yükselirse.
2- Az önce bahsettiğimiz gibi bir mala olan talep artarsa.
Biz bu ikilinin ilkine maliyet kaynaklı, ikincisine talep kaynaklı enflasyon diyoruz. Önce birinci sebebi inceleyelim.
Aşağıda merkez bankasının araştırmasına göre ülkemizde çeşitli sektörlerin maliyet dağılımı verilmiştir. Bu TCMB uzmanlarının 2015 yılında yaptığı çalışmadır detay bilgi için buraya bakabilirsiniz. Grafikten açıkça belli ki Türkiye’de imalat sanayinin (mobilya, paketli gıda, otomotiv, plastik vs aklınıza gelen her şey) en büyük girdi kalemi %65 ile hammaddedir. Aynı durum inşaat ve enerjide de söz konusudur.
Peki hammadde nereden temin ediliyor? yurt dışından yani dövizle. Ya enerji? Oda ya ithal ediliyor ya da ithale bağlı ürünlerden üretiliyor. (Mesela sanayi elektriğine yapılan %50 zammı hatırlayan var mı?) Peki dövizin fiyatı ne oldu? Buna bakmak lazım. Aşağıdaki resim investing.com’dan alınmıştır. Naci Ağbal’ın istifa edip art arda yapılan faiz indirimleri sonrasında dolar kurunun geldiği noktayı görüyoruz bu mum grafiklerde. Her yeşil mum döviz kurunun artışını, her kırmızı mum da döviz kurunun düşüşünü gösteriyor. Eylül ayından itibaren dövizdeki artışlarla (yeşil mumlar) çarşı pazardaki zamlar ne kadar benzer değil mi?
İyi de bu lanet doları yükselten şey ne? Her ne kadar senin benim param olmasa da bu ülkede parası olan insanlar var. Bu insanlar ve şirketler hatta yabancılar ve yabancı şirketler paralarını bankada mevduata, hazine tahviline, borsaya vs yatırırlar yani Türk Lirası ya da döviz cinsinden finansal varlıklara. TCMB politika faizini indirince bankalar için ucuz bir borçlanma olanağı ortaya çıkar ve mevduat faizi başta olmak üzere TL cinsinde finansal varlıkların getirisi düşer. Hele ülkede enflasyon faiz oranından yüksekse TL varlıkların getirisi negatif olur. Bu durumda bu insanlar enflasyona endeksli tahvillere, borsaya ya da döviz cinsinden finansal araçlara yönelirler. İnsanlar çok para kazanmak için döviz almazlar, mevcut alım güçlerini koruyabilmek için döviz alırlar. Bu durumun yanında ülkede finansal yatırımı bulunan yabancılar kazanç oranı düştüğü için TL’lerini dövize çevirip ülkeden çıkarlar. İşte bu durumda döviz talebi patlar ve kur yukarı sıçrar. Eğer birde hükümetiniz Merkez Bankası'nın faiz indirmeye devam edeceğini pompalarsa, dövize olan talep katlanır. Peki bu kadar fahiş kur artışı ne getirir ENFLASYON yani ZAM yani PAHALILIK.
Enflasyonu yaratan diğer unsuz talepteki artıştır. İyi de fiyatlar zaten uçuk insanlar neden mal alsın ki? Nedeni basit dostlar. Bugün markete gittiğinizde yukarıdaki sebeplerden ötürü fiyatların fırladığını görüyor ve şaşırıyorsunuz. Sonrasında ihtiyacınız olan şeylerin fiyatının daha da artacağını anlıyor ve bir şekilde (taksitle-borçla) o malı almaya çalışıyorsunuz. Öyle çok paranız olduğu için ya da hainlik olsun diye falan değil, zamlardan daha az etkilenmek için. Bu talep de enflasyonu artırır tabi.
Kısacası pahalılığın sebebi stokçu esnaf, şerefsiz insanlar değil beceriksiz yönetimdir. Bu durum gökyüzündeki güneş kadar gerçektir ve güneş balçıkla sıvanmaz.
Sözde yeni fakat litreatürde defalarca denenmiş sonucu belli politika ne öneriyor? Kur yükselecek ihracat artacak, oradan gelen döviz ile cari açık kapanacak, döviz arzı artacak ve kur düşecek. Maliyet grafiğini tekrar inceleyelim ve bir kaç soru soralım. Biz ne ihraç edeceğiz? İmalat sanayi mallarını. Peki bu sanayinin girdileri ne? En önemli kalem %65’le hammadde yani dolarla alınacak malzeme. Sonra %18 civarı işçilik (bu kısım TL) ile ve %7 civarı enerji (bu kısım da dövize bağlı). Yani biz TL’yi pul haline getirerek yalnızca %18’lik bölüm olan işçilik kısmını ucuzlatabiliyoruz ve dışarıya bedava işçilik satıyoruz. Maliyet kalemlerinin yaklaşık %75'i dövizin artmasıyla birlikte artıyor. Daha açık ifadeyle emeği bedavaya çalıştırarak ihracat artırmaya çalışıyoruz. Peki işçi ne zamana kadar ucuz çalışmayı göze alacak? Çok kısa bir süre. Nitekim asgari ücret zammı bunun göstergesi, ki yapılan %50 zamma rağmen muhtemelen nisan mayıs aylarında maaş güncellenmesi talep edilecek.
Diğer önerme ise, faiz düşünce tüccarlar ucuz kredi alacak, yatırım yapacak falan. Peki faiz inince yatırım artar mı? Diğer tüm değişkenler sabitken (ceteris paribus) faiz oranarındaki düşüş yatırımları artırır ve ekonomik büyümeyi artırır burası doğru. Peki diğer koşullar sabit değilse? Yani ekonomide bir denge söz konusu değilse? Öncelikle şunu söyleyelim, TCMB politika faizi 1 haftalık repo faizini ifade eder. Yani vatandaşın bankadan çektiği kredi faizi değildir. Peki TCMB faiz düşürünce piyasa faizi ne oluyor? Hadi piyasayı bırakalım. Onlar tefeci ve faizci. Devletin borçlandığı faiz ne oluyor? Yukarıda Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin, yani devletin bizatihi kendisinin, 5 yıllık aldığı borca ödediği faiz oranı grafiği var. Ağbal’ın istifa ettiği tarihte (TCMB faizi %19) hazine %15’le borçlanırken, şu anda TCMB faizi %14 olmasına rağmen devletin kendisi bile %24 faizle borçlanıyor. Demek ki TCMB faiz indirdi diye devletin kendisi bile düşük faizden borçlanamıyor. Yani TCMB’nin kuru patlatma pahasına faiz indirmesi, ne söylenildiği gibi üretimde ciddi bir artış yaratıyor, ne de esnafın ucuz kredi almasını ve yatırım yapmasını sağlıyor.
İyi de neden yapıyor bunu iktidar o zaman? Valla bu iş “Pejo Fıkrası” gibi sanki.
Adamın biri pejo marka bir minibüs alır. Sonraki gün de minibüsü tıklım tıklım doldurup kasabanın yolunu tutar. Derken minibüs gittikçe hızlanır. Yolculardan biri;
-"Kaptan yavaş, bir yere çarpacağız." der. Şoför;
-" Sen pejo'yu biliyor musun?" diye sorar. Yolcu;
-"hayır" diye cevap verir. Şoför;
-"O zaman susacaksın." der ve devam eder. Minibüs hızlanmaya devam eder. Bir süre sonra bir yolcu daha seslenir:
-"Oğlum, ben hastayım biraz yavaş." Şoför yine sorar;
-"Sen pejo'yu biliyor musun?" Amca ne bilsin; "hayır" der. Şoför;
-"O zaman susacaksın." der ve devam eder. Bu kez bir kadın seslenir:
-"Hamileyim, lütfen biraz yavaş; çocuğumu düşüreceğim." Şoför yine sorar:
-"Sen pejo'yu biliyor musun?" Kadın "yok" der şoför yine aynı cevabı verir...
Arkadan kızgın bir ses tonuyla bir genç seslenir:
-"Yavaş git kardeşim, öldüreceksin bizi." Şoför yine sorar;
-"Sen pejo'yu biliyor musun?" Genç;
-"Biliyorum lan ne olacak?" der. Şoför sevinçle ve telaşla son soruyu sorar:
-"O zaman çabuk söyle bunun freni nerede?"
Buraya kadar ki kısım işin ekonomik teorisi üzerine. Peki ya bu olayın sosyolojik durumu ne olacak?
Her ülkenin ekonomik yapısı kendine özgüdür. Almanya berbat hiperenflasyon yaşamış bir ülkedir ve en korktukları ekonomik olgu enflasyondur. ABD Büyük Buhranda korkunç bir işsizlik yaşamıştır ve en büyük korkuları işsizliğin artmasıdır. Türk halkı için bu gösterge döviz kurudur. Ne zaman döviz kuru patlasa, devalüasyon olsa hayat pahalılaşmış, ücretler erimiş, kendine zor yeten halk ezilmiş zenginlerse daha zengin olmuştur. Bugünkü durum da bundan farklı değil. Fakat bugün halkın bir bölümü apaçık ekonomik sorunu kabul etmiyor, edenler ise hükümet dışında herkesi suçluyor. Kendini inkar edercesine..
Bakın tek parti döneminde, 1939 yılında 2. Dünya Savaşı patladı. Genelkurmay verilerine göre 1,5 milyon kişi silah altına alındı. 1940 yılında nüfusun 17,8 milyon olduğu düşünülürse nüfusun %8’inden fazla bir oran ortaya çıkar (Bugün 7 milyon kişinin askere alınması gibi). Bu durum yüzünden, ekonominin büyük bölümü tarıma, tarımında neredeyse tamamının insan gücüne dayalı olduğu Türkiye’de tarımsal üretim çöktü. Üretim azalınca (savaş nedeniyle ithalat mümkün olmayınca) fiyatlar patladı ve kıtlık başladı. İşte o meşhur ekmek karnesi dönemi buraya rastlar. Tüm bu koşullara rağmen biz yıllarca tek parti iktidarını yerden yere vurduk, hain stokçular demedik, savaş var demedik tüm dünyada kıtlık var demedik. (2. Dünya savaşının ülkeye etkisine dair detaylı bilgi için İrfan hocanın makalesine buradan bakabilirsiniz.)
Türkiye’de 1971 yılında ordu muhtıra verdi. Bir nevi darbe yaşandı. 1973 yılında ise ABD’nin İsrail’e desteğinden dolayı OPEC ülkeleri petrol üretimini kısıp fiyatı 3$'dan 12$'a çıkardılar (tam 4 kat). Tüm dünyada petrol krizi ile başlayan inanılmaz bir hammadde krizi patladı. Bütün ülkelerde petrol ve petrole bağlı ürünlerde kıtlık oldu. O zamanlarda ABD’de yaşanan inanılmaz petrol bunalımına dair bilgi için buraya bakabilirsiniz. Dahası 1974 yılı öncesinde Kıbrıs’ta başlayan olaylar sonucunda tüm dünyanın muhalefetine rağmen Türkiye adaya asker çıkardı. Tabi bu durumun sonuçları ağır oldu. Büyük bir Amerikan ambargosu başladı ve 3 yıl sürdü. İşte bugün ekranlardaki dayıların yağ, şeker bulamadık gibi sözleri bu zamanda yaşanan bunalıma rastlar. Bu ortamda yaşanan sıkıntıları biz yıllarca dilimize doladık ve CHP’nin ülkeye fakirlik ve kıtlık getirdiğini söyledik hep. Ne tüm dünyayı kasıp kavuran krizden bahsettik, ne kıbrısı kurtarmak bahasına katlandığımız ambargodan... Varsa yoksa şeker yoktu-yağ yoktu dedik. Hain esnaf, adi insanlar vardı demedik hiç.
2001 yılında yaşanan derin kriz ise tıpkı bugün olduğu gibi inanılmaz bir iş bilmezlik ve beceriksizlik yüzünden oldu. Detayı bu yazının kapsamını aşacak kadar uzun, zaten internette bununla ilgili bolca kaynak var fakat kısacası; kur patladı, maaşlar eridi, bankalar battı, işsizlik ve fakirlik baş gösterdi. Biz yine yıllardır bu krizi ve sorumlularını yerden yere vururuz. Hain esnaf demeyiz, doyumsuz insanlar demeyiz.
Peki madem krizlerin sorumlusu iktidarlar değil, dövizin artması-yoksulluk olması mesele değilse, telefon olmayıversin-tuvalet kâğıdı kullanılmayı versin durumundaysak neden yıllardır bu insanları hunharca eleştiriyoruz hem de haklı sebeplerine rağmen? Yok bu krizlerde hükümetler suçlu ve beceriksiz idiyse bugünkü hükümeti bundan müstesna kılan ne?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder