26 Aralık 2019 Perşembe

Kanal İstanbul Yapılabilir mi? Yapılmalı mı?

Elbette yapılabilir. Zira gerekli kaynağı ayırdıktan sonra yapılamayacak mühendislik projesi pek azdır. Fakat yapılmalı mı sorusunun cevabı sizin tercihinizle ilgili. Çevreye olan zararı, işin hukuki boyutu, çarpık şehirleşme yaratacağı gibi konular başka uzmanlık konuları olduğu için biz meselenin iktisadi yönüne bakalım.

Çed raporuna göre kanal 75 milyar TL’ye mal olacak. Yani yaklaşık olarak 13 milyar$. Peki kanal bittikten sonra getirisi ne olacak? Gerçekten yılda 7-8 milyar$ para kazanacak mıyız? Bu rakamlar oldukça ütopik maalesef. Hali hazırda İstanbul boğazından elde ettiğimiz gelir 312 milyon$. Belirlenen geçiş ücretleri oldukça düşük durumda. Son açıklamalarda kanalın Montrö Sözleşmesi'ne de aykırılık teşkil etmeyeceği söyleniyor. Bu durumda gemileri, daha az ücret ödeyerek boğazdan geçmek yerine, daha fazla ödeyerek kanaldan geçmeye nasıl zorlayacağımız tam bir muamma. Kaldı ki dünyanın en önemli iki kanalı olan Süveyş ve Panama kanallarının bile yıllık geliri bu rakamlara ulaşamıyor. Tüm Afrika kıtası’nı dolaşmayı önleyen Süveyş Kanalı’nın yıllık geliri 5,5, Amerika Kıtası’nı dolaşmayı önleyen Panama Kanalı’nın geliri 3,5 milyar$ civarında. Ve bu kanallar alternatifsiz. İstanbul Boğazından geçen gemi sayısı her yıl azalırken ve ucuz bir alternatife sahipken Kanal İstanbul’dan nasıl çok para kazanacağız? Bu konuyla ilgili detaylı bilgi için Teyit.org’un incelemesini okuyabilirsiniz.

Yatırımın maliyeti kadar önemli bir diğer unsur da yatırımın alternatif maliyetidir. Diyelim ki iş yerinizden aldığınız maaşınızdan gıcır gıcır bir 200 TL'lik banknotu oğlunuza verip markete gönderdiniz. (Hoş bankadan avans çekmiş de olabilirsiniz. Bir farkı yok.) Lazım olan şeyleri almasını istediniz. Eşek değil ya biliyordur ne lazım olduğunu uzayda yaşamıyor bu çocuk diye düşündünüz. Fakat sizin çocuk gitmiş piyasada 75-80 TL’ye satılan bademi kilosu 120 TL’den almış. Hem de tam bir kilo. Birazda çerez, cips, içecek falan almış. Kalan 30 liraya da ekmek, yoğurt, yumurta almış. Eve gelince çileden çıktınız tabi. Evde bulgur yok, pirinç yok, fasulye- nohut yok. Aylardır et, haftalardır tavuk yememişsiniz. Çoluk çocuk yiyecek sebze lazım, meyve lazım. Sizin çocuk gidip parayı bademe, çereze vermiş. Bide size hava atıyor. Yıllardır alışveriş yaparsın baba bir badem bile alamazdın!!! İşte kanal macerası evde kaynayacak çorba, yarına pişecek aş yokken eldeki parayla çerez almak gibidir. Badem tabi ki çok faydalıdır ve enerji verir. Fakat öncelik sıralamasında nerede olduğunu asgari ücretli bir vatandaşa sormak gerek.

Fransızlar 2017 yılında Opel’i 1,3 milyar avroya aldılar. Gereken iyileştirmeleri yaptıktan sonra 2018 yılında Opel 859 milyon avro kar elde etti.(kaynak) Opel bugün yaklaşık 35.000 kişi istihdam ediyor. Çinliler ise 2010 yılında Volvo’yu 1,8 milyar dolara aldı. 2018 yılı karı yaklaşık 1 milyar dolar. Volvo dünya genelinde 45.000 kişiyi çalıştırıyor.(kaynak) Türkiye bir yılda yaklaşık 45 milyar dolardık doğalgaz ithal ediyor. Bu doğalgazın önemli bir bolümü ile elektrik üretiyoruz. Doğalgaz ile çalışan santrallerimizin toplam kapasitesi 25.670 mw. Tek başına Akkuyu Nükleer Santrali ise 4.800 mw kapasitede olacak. Akkuyu’nun maliyeti ise 20 milyar dolar civarında. Ve yıllık elektrik ihtiyacımızın yaklaşık %8'ini karşılayacak. Kanal İstanbul için harcanacak para ile bunlar gibi birçok alana yatırım yapabilirsiniz. Yüzlerce teknolojik araştırmaya melek yatırım yapabilirsiniz. Üniversitelerin materyallerini tamamen yenileyebilirsiniz.  Uzay araştırmalarında kullanabilirsiniz. İstihdam yaratacak yatırımlar yapabilirsiniz.  Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın 2012’den beri kentsel dönüşüme ayırdığı bütçe 11 milyar lira civarında. Dilerseniz ülkenin kentsel dönüşümünü bile tamamlayabilirsiniz.(kaynak) 

Tüm anlatılanların özeti, dilerseniz 200 lira ile pazar market alışverişi yapıp iki hafta karnınızı doyurabilir dilerseniz badem, çerez alıp bir akşamda hepsini mideye indirebilirsiniz. Hatta dilerseniz karnınızı daha iyi doyurmak için 200 lirayı sermaye yapıp akşamları işportacılığa çıkar, gelirinizi ve refahınızı artıracak ek kazanç sağlayabilirsiniz. Tercih tamamen size ait.

Fakat öyle birşey var ki en kötüsü. Ne biliyor musunuz? Yankesicilik. Alın teri olan 200 liranın dolmuşta cebinizden yürütüldüğünü düşünün. En kötüsü bu sanırım.  (https://www.bloomberght.com/dhmi-tav-a-ataturk-havalimani-icin-389-milyon-euro-tazminat-odeyecek-2242789) Yani önce paranıza sahip çıkmanız, sonra da en uygun tercihi yapmanız gerek. Seçim sizin.


          


          

23 Aralık 2019 Pazartesi

Mehmet Bey'in Yeni Havalimanı


Bizim Mehmet Bey'in bir fabrikası vardı İstanbul'da. Yerli yabancı her görenin imrendiği ödül üstüne ödül alan bir tesis. Yeride Yeşilköyde idi. Defalarca en iyi fabrika sıralamasında ilk 3'e girdi. Gazeteler çarşaf çarşaf bu haberleri yazdı yıllarca. Denizin dibindeydi fabrika. Ürünü denizle mi göndereceksiniz hemen yanaştırın gemiyi. İçine metro gider hatta başucundan demiryolu geçerdi. En işlek yolların göbeğinde pırıl pırıl bir fabrika. Kapasite bakımından dünyanın en iyi fabrikaları ile yarışırdı. Son moda mobilyaları, en kaliteli üretim bantları, gıcır gıcır makine ve cihazları ile eşsizdi gerçekten
Mehmet Bey birgün fabrikayı büyütmek istedi. Yandaki boş araziye yeni bir imalathane kuracak kapasiteyi daha da artıracaktı. Nede olsa dünyanın en iyi 3. fabrikasına sahipti. Fabrika müdürü ve birkaç arkadaşı, fabrikayı büyütmek yerine yepyeni bir fabrika kurmanın daha iyi olacağını dillendirdiler. Sonra bu iş ciddiye dönüştü. 


Kuş uçmaz kervan geçmez, metro gitmez tren ulaşmaz, önünden yol dahi geçmez bir yerde arsa alındı. Fabrikayı yapma işini müdürün arkadaşları üstlendi. Üstelik bedava yapacaklardı. Parça başı kira ile anlaşıldı. Yapan arkadaşlar zarar etmesin diye birde parça sayısı garanti edildi. Başta herşey toz pembe idi. Mehmet Bey dünyanın en büyük fabrikasına sahip olacak üretim kapasitesini acayip artıracaktı. Ve cebinden beş kuruş çıkmayacaktı.

Müdürün arkadaşları fabrikanın tamamını hemen teslim edemeyeceklerini söylediler. İlk olarak yol açılacaktı. Üstelik arazi bataklık olduğu için önce ıslah edilmesi gerekiyordu. Sonra bir bölümü açılacak diğer kısımlar zamanla yapılacaktı. Tamam dedi Mehmet Bey. İnanmıştı bir kere projeye. Sonra müteahhitler paralarının bittiğini, para bulamazlarsa inşaatın devam edemeyeceğini söyledi. Şaşırdı Mehmet Bey ama müdürün gazı ve rezil olma güdüsüyle yardım etmeye karar verdi. Önce ortağı olduğu bankadan kredi verilmesini sağladı. Sonra bu para yetmeyince yurt dışından kredi alınması için kefil oldu. 

Nihayet para bulunmuştu. Alel acele ilk kısım tamamlandı ve açıldı. Yeni fabrika cillop gibi ve devasa büyüktü. İlk baslarda ferah gelen bu durum zamanla can sıkmaya başladı. Görüntü güzel olsa hoşa gitse de müşteriler memnun değildi. Öyle ki ürünler bir banttan diğerine çok geç ulaşıyor aşırı zaman ve elektrik enerjisi kaybı oluyor maliyetler artıyordu.Yeni fabrikaya ulaşım zordu. İşçilerin ve ürünlerin taşınması ek maliyet demekti. Parça başı kira maliyeti de yükselince Atlas bey mal almayı bırakan ilk müşteri olmuştu. Hatta çoğu müşteri Mehmet Bey'in fabrikasından çok daha küçük olan Sabiha Hanım'ın fabrikasını tercih etmeye başlamıştı. Ürünleri biraz pahalı bile olsa en azından ulaşımı daha kolaydı. Ve daha ucuza mal oluyordu.

Eski fabrikanın taşınması tamamlanınca Mehmet Bey derin bir şok yaşamıştı. Eski fabrikadaki tüm makina ve cihazlar eskiciye verilirken, fabrika binaları ve üretim bantlaları da yıkılmıştı. Yerine süs havuzu, kamelya yapılmış aralara çiçek dikilmiş bir nevi hobi bahçesi yapılmıştı. 

Fabrika yapılırken, eski fabrikaya yapılacak ek imalathane kadar borç verilmiş, 4 ek imalathane parasına da kefil olunmuştu. Belki fabrika yapılırken para harcanmamıştı fakat 5 imalathane degeri yükümlülüğe girilmişti. Bunun yanında bir de parça başı garantisi can sıkıcı durumdaydı. İzmir ve Ankara'da ki imalathanelerdeki üretimin bir bölümü buraya aktarılmıştı. Üstelik dünyanın en iyi 3. fabrikasının yerinde börtü böcek, çiçek ve çimen vardı artık.

Bir ek imalathane yapıp Ankara ve İzmir fabrikalarında bir miktar kapasite artışı yaparak 1 liraya maledilecek işi 5 lira borca kefil olarak başkasına yaptıran Mehmet bey eski fabrikadaki eşyaları da eskiciye üç kuruşa satmış şekilde buldu kendini. Artık yapacak birşey yoktu. Müteahhitlerin batmaması için daha çok çalışacak daha çok kira verecekti. Yoksa kefil olduğu borçları kendi ödemek zorunda kalırdı.

Fabrika müdürüne nedir bu durum diye fırça çekmeye kalkınca efendim biz size bu konuyu defalarca anlattık hepsinde de onay verdiniz. Tüm evrakları imzaladınız izniniz dışında hiçbir şey yapmadık cevabını alır.

Ne dersiniz siz olsanız Mehmet Bey'in bu fabrika yatırımını yapar mısınız? Yoksa çoktan yaptınız mı?

9 Aralık 2019 Pazartesi

Akademinin Hali

Yüksek lisans tez döneminde günlerce hazırlık yapar, şekiller tablolar çıkarır, danışmana götürürdüm. Bu çalışmaların üzerinde ne zaman konuşsak benim içim cız ederdi. Çünkü hocam hiçbir zaman benim yazdıklarımla, araştırmalarımla, hipotezimle ilgilenmezdi. Hocam cümle düşüklüğü var mı? Atıflar doğru yapılmış mı? bunlara bakardı. 120 sayfalık çalışmamın içeriğini hoca bir kere bile okumadı. İçerikle ilgili bir kez bile eleştiri ya da düzeltme yapmadı.

Aradan zaman geçti doktoraya başladım. Akademik kalitesi ülkemize göre iyi sayılan bir üniversitedeyim. Yine bir makale için hazırlık yapıp hocama götürüyorum. Sonuç aynı.

Hoca: Tablonun altındaki atıfı yanlış yapmışsın.
Ben: Düzeltirim hocam peki içerik nasıl olmuş?
Hoca: Bak kaynakça kısmında da hata var.
Ben: Düzeltirim hocam bölümler iyi mi sizce?
Hoca: Benim kitabıma hiç bakmadın mı dipnot tekniği için?
Ben: Kitabın içeriğine baktım ve çöptü açıkçası (diyemedim tabi)
        Baktım hocam gözümden kaçtı galiba.
Hoca: Bunlara dikkat edin çok önemli.
Ben: Peki hocam genel olarak nasıl olmuş.
Hoca: İyi ya fena değil.

Kaç günlük emeğim uykusuzluğum içime oturan dert olmuştu. Bir cümlesi ile ilgilenilmeyen, sadece şekil şartlarına bakılan makaleler ve tez. Demek ki ben masal anlatsam fakat düzgün atıf yapsam, şekil şartlarına önem versem ne yazdığımın önemi yok. Peki şimdi soru şu. Sizce herhangi bir öğrenci bunu bilerek, aptal gibi kendini parçalayarak bir tez ya da makale hazırlar mı? Tabi ki hayır. Çala kalem yazar ve geçer. Nitekim şu an tam olarak bu durumdayız.

Tam bu düşünceler ile kızgın kızgın evde otururken televizyonu açtım. Ülkemizin güzide rektörlerinin bilimsel çalışmaları verilmiş. Web of science verilerine göre 71 rektörümüzün atıf sayısı 0 (yazıyla sıfır, rakamla sıfır, fakat ünvan ve siyaset olarak sıfır değil). Daha kötüsü bu güzide!! rektörlerimizin 68 tanesinin uluslararası makalesi dahi yok. Tek kelime ile fiyasko. Sonuçlar tam anlamıyla rezalet.
Akademinin tepesindeki insanların derdi bilim değil ki. Onların derdi ünvan ve şekil. Tıpkı diğer çoğu akademisyen gibi. Neyse ki bu rektörler ve hocalar atıfları ve kaynakçayı düzgün hazırlamışlar. Yoksa nasıl rektör olurlardı?



















18 Kasım 2019 Pazartesi

Hak,Hukuk ve Çorba

İnsanımıza ait tüm fikri ve fıtri tanımlamaları bir bardak çorba ile anlamak mümkün mü sizce? Bence mümkün. Malum doktora dersleri için haftada 2 kez İstanbul'a gidiyorum. Sabahın köründe trenden inip, 'marmarayda ne işim var yahu bir boğaz havası alayım bari' deyip Üsküdar'a iniyorum. Üsküdar belediyesi sabahları çorba dağıtıyor iskelede. Biz normal insanlar sıraya girip bir bardak çorba ve bir ekmek alırken, bazı insanımsılar sıraya kaynak yapıp doğrudan çorbaya koşuyorlar. Birde sıraya girip 2,3 hatta bazen 4 bardak çorba alıp evinin ekmek ihtiyacını burdan giderenler var. Ben bile bir ekmek ve bir bardak çorba ile doyabiliyorken bu nasıl açlık :). Tabiki gözü açlık sevgili dostlar. Evden getirdiği poşete ekmek dolduran hatta son bardak çorbayı içemeyenler var. (Evsizler ve muhtaçlar yazımızın konusu değil. Onlar isterse kazanı götürebilirler.) Ah be abicim ah be ablacım. Sen 3-4 bardak çorba ve bir çuval ekmek aldın diye okula gidecek çocuklara, işe gidenlere yani kısaca başkalarına çorba kalmadı. 

Yahu ne çorbaymış allasen içmeyiver azizim diyorsunuzdur belki. Sorun çorba değil ki. Kendisine verilene razı olmayıp başkalarının hakkına fütursuzca tecavüz eden insanlar. Başkalarına gidecek bir hizmeti kendine yontup gözü ve karnı doyduktan sonra başkasına müsaade eden insan güruhu sorun. 

Bir tarafta hakkına razı olup sıraya geçen ve başkalarının hakkına saygı gösterenler. Diğer tarafta tam tersi. İsin ilginç tarafı toplumdaki insanların büyük kısmı duyarlı, hak hukuk bilen insanlar. Ne hazinki bu oran gitgide azalıyor. 

Bir bardak çorba yahu deyip geçmeyin dostlar. Etrafımızda bencil, sadece kendini düşünen, başkalarının hakkını gasp eden ve bunu marifet zanneden insan sayısı her geçen gün artıyor. Sebebi ne ola ki? Hiç düşünüyor muyuz? Acaba dürüst insanların hakkını korumak bir yana onları aptal yerine koyan bu sistem olabilir mi? 

Çok dikkatli olmak gerek. Bu gidişle dürüst insanlar birer birer taraf degistirecek gibi görünüyor. Şark kurnazlarının deyimiyle, yakında hakkını yiyeceğiniz bir 'enayi' bulamayabilirsiniz.  Çok dikkat!!

7 Kasım 2019 Perşembe

Üç Büyük Rezil

Ülkemizde bir futbol kulübünün taraftarı olan kişiler genelde fanatiktir. Takımının aleyhine bariz penaltıya bile itiraz ederler ama iş kendi takımı lehine olunca olmayan faulü dahi savunurlar. Bu insanlar genelde aynı körlükte siyasi bir partiyi destekler.

Galatasaray 20 yıldır aldığı UEFA kupasıyla övünüyor. Yok süper kupa almışta yok na mağlup kupa almışta. Daha öncesi kupa 1 de yarı final oynamışta işte kaç kez şampiyonlar liginde başarı göstermişte vs vs vs. En erkeni 6 yıl öncesine ait galibiyetler zaferler düşmüyor dillerden. Elbetteki bu başarılar yaşandı. Ama artık yaşanmıyor ve yasanma ihtimali de pek görünmüyor. Ligde şampiyon oluyorsun fakat büyük maç kazanamıyorsun. Aldığın başarı iç saha galibiyetleri sayesinde. O da taraftar baskısıyla.

Fenerbahçe için durum daha kötü tabi. Rakibiyle 20 yıllik kupayı kutladığı için dalga gecerken kendisi 17 yıllık bir galibiyeti kutluyor. Dünkü tarih 6 Kasım. Malum 6-0 FB-GS derbisinin 17. yılı. Twitler trend topicler videolar aman ne büyük kutlama. Tabi bir Fenerbahçeli için Galatasaray'ı 6-0 yenmenin verdiği keyfi başka ne verir bilinmez. Ama bıktırdı be abi. 17 yıl olmuş. Fenerbahçenin son 15 yılda elle tutulur tek başarısı evinde derbi kaybetmemek. 5-6 yılda bir sampiyon olup arada bir derbi kazanarak bu gemi yürümez ki. 15 yıl onceki Fenerbahçe ne konuşuyordu şimdi ne konuşuyor. Fenerbahçe icin neyseki basketbol var diyorduk orda da iki yıldır işler iyi gitmiyor. 

Beşiktaş için ise çok daha kötü bu durum. Kırk yılın başında düzgün bir kadro kurup başına da düzgün hoca getirince 2 yıl işler düzgün gitti gibi. Tabi Türkler'in yönettiği her oluşumda olduğu gibi işler düzgün gidince birbirine girdiler. Önce takım dağıldı sonra hoca gitti. İşte tüm Beşiktaş camiasının ağzında o iki yıllık tat var. Son 20 yılı o iki yıl gibi zannediyorlar. Hocam 25 yılda 4 kez şampiyon olmuşsun. Avrupa'da tek başarın o iki yıllık pırıltılı donemde gelmiş. O takım o hoca o yönetim gitmiş. Sen hala gruptan lider çıktık diye övünüyorsun.

3 güya büyük kulüp. Şu rezaletlere bakın. Şampiyonlar ligi grup aşamasında biri hiç gol atmamış, diğeri hiç puan alamamış, öbürü dillere destan bir fark yemiş. Hepsi diğerinin rezilliği ile alay ederken oklar kendisine dönünce hemen geçmişteki kısa süreli pırıltıdan bahsedip içini rahatlatıyor. Oyuncu yetistirme, mali durumu duzeltme, oyun kalitesini artırma, tesis altyapı iyileştirme vs vs hiç bir başarı yok. Tesadüfen şampiyon olup şampiyonlar ligine giden ve hiç bir başarı göstermeyip geri gelen takımlarsınız. 2. Grup kulüplerin katıldığı UEFA'da bile başarı yok.

Acaba yaptığımız kısır tartışmanın sadece hangimiz daha rezil kulübüz tartışmasından ibaret olduğunu ne zaman anlayacağız? Bir sistem oluşturmaksızın yaşanan saman alevi başarılar ile yıllarca övünmenin ne kadar küçük düşürücü olduğunu ne zaman fark edeceğiz?
Tabiki hiç bir zaman. Kendi takımının yanlışlarını görüp düzeltmek yerine rakibine çamur atarak, kendi kalitesini artırmak yerine rakibini bulunduğu yere çekerek, en olmadı hakemlere saldırarak daha olmadı illegal işlere saparak tatmin olmak daha kolay çünkü. Ya bi dakika. Bu durum size çok tanıdık gelmedi mi? Bugünün siyasi ortamıyla aşırı benzemiyor mu? Yoksa sorun partilerde ya da kulüplerde değilde seçmen ve taraftarda mı?

5 Kasım 2019 Salı

Durduk Yerde Mutlu Olmak

Sabah 9:30 da Beyazitta dersim var. 22:00 Ankara İstanbul trenine bilet almışım. Her seferinde yaptığım gibi erkenden gara gelip, erkenden koltuguma oturdum. Harekete yarım saat kala bir vatandaş elinde biletle gelip ' bu koltuk benim hocam' dedi. Bu durumu binlerce kez yaşamış biri olarak, telefonumu çıkarıp uygulamayı açtım. Abonman bilgilerimi girdim ve bilete ulaştım. Adama gösterip 'bak bu koltuk benim' dedim gayet artistçe. Sonra adama yardımcı olmak maksadıyla bileti alıp kontrol ettim. Muhtemelen başka vagondur diye tahmin ederken bir baktım ki bilet hakikaten benim koltuğa ait. Nasıl ya bi dakka derken tekrar uygulamayı açıp biletime baktığımda biletimi açığa almış olduğumu farkettim. Kafamda binlerce soruyla koltuğu adama verip kalktım. Yarınki derse yetişmek için bu trene binmem şart. Bileti neden açığa aldığımı hatırlamaya calisirken hemen uygulamaya girip aynı trene bir bilet daha aldım. Yeni biletimin vagonuna ilerlerken bir anda açığa aldığım bilette sadece dönüş biletini değiştirdiğimi, gidiş dönüş bileti olduğu için iki bilette de değişiklik yapmam gerektiğini, bu nedenle de ilk biletin bir arka koltugunu aldığımı ışık hızında hatırlayıp koca bir hassiktir çıkarttım ağzımdan. Mevcut durumda elimde aynı trende iki bilet vardı ve trenin hareket etmesine 20 dakika kalmıştı. Hemen o berbat TCDD uygulamasını açıp biletlerden birini iade etmek istedim sistem izin vermedi. Açığa almak istedim yine izin vermedi. Tarihi değiştirmek istedim yine aynı cevap. Kendime iyice kızmaya başladım. Salak salak salak salak. Son çare gardaki gişe geldi aklıma. Tcdd'nin hiç bir personelinin bugüne kadar bir iş hallettiğini görmediğim için boşver gerek yok dedim. Az sonra ne kaybederim diyerek gişeye koştum. Sonuçta işin ucunda 55 TL var :). Gişedeki kadın hiç beklemediğim bir şekilde bileti abonmanıma iade etti. Bende bir sırıtma hali. Nasıl sevindim nasıl sevindim anlatamam. Kendimi 55 TL kazanmış gibi hissediyordum. Halbuki trene ilk bindigim durumdan farklı olarak bir arka koltukta seyahat edecektim. Kulaklarıma dedemin o eşsiz vecizi çalındı, 'Allah sevdiği kuluna önce eşeğini kaybettirir sonra da buldurur'.  Ortada birşey yokken önce 55 TL kaybedip sonra bularak bir salı akşamı durduk yere mutlu ettim kendimi. 

4 Kasım 2019 Pazartesi

25 Kuruş

Markette alışveriş yapılmış vaziyette herkes kasiyer kızın önüne tespih tanesi gibi dizildik. Sırası gelen adam aldığı, 5-6 parça eşya ile marketi satın almış gibi bir edaya sahip. Kredi kartını uzatışı, mimikleri tavırları fena. Kasiyer kız uflayıp pufluyor. İşlem bittikten sonra adamdan bir salya geldi 'bir poşet ver dolduralım, neremize sokacaz bunları'.. Kasiyer adama bir pisliğe bakar gibi bakarak yanıtladı '25 kuruş alayım. Poşet ücretli.' Marketin mülkiyetini aldığını düşünen adam sinirlendi. Parayı yazı tura atar gibi kıza fırlattı 'doymadınız paraya be doymadınız' diye kustu içindekini. Sonra kasiyer 'benim cebime giren bir şey yok beyefendi' diye son bir söz söyledi. Bu sefer sadece markete değil içindekilere de sahip olduğunu düşünen adam poşeti kasiyere fırlatıp 'doldur şunları' diye buyurdu. Kasiyer ise bir sonraki müşterinin işlemine geçerek duymazdan geldi. Neyse ki marketi ve içindekileri 5 parça eşya ile satın aldığını zanneden şahıs uzatmadı ve mesele kapandı.
Bizim insanımız poşeti ücretli yapan yöneticiler ve bunu fırsata çeviren işletmeciler yerine gücünün yettiği kasiyerlere efelik yapmaya bayılıyor. 
Sonuçtan memnun değil fakat o sonuca neden olan sebepten bi haberiz hepimiz.