25 Mayıs 2025 Pazar

Yapay Zeka Yaratıcılığı Öldürüyor Mu?

Yapay zekâ, bir zamanlar hayalini kurduğumuz şeydi. Şimdi ise, elimizin altında. Çocuklar ödevlerini ona yaptırıyor, üniversite öğrencileri tezlerini yazdırıyor, veri bilimciler kodlarını onunla oluşturuyor. Bu teknolojik kolaylık baş döndürücü olabilir. Ama aynı zamanda şu soruyu sormadan geçemiyoruz: Bunca işi bir başkasına – ya da bir şeye – yaptırmak, bizi üretmekten uzaklaştırıyor mu?

Eskiden yaratmak, bir süreçti. Bir fikir kıvılcımı olurdu; onun peşinden gider, hata yapar, düzeltir, yeniden kurar, belki de bambaşka bir sonuca varırdık. Bugün, bu süreci birkaç kelimelik bir komuta indirgeyebiliyoruz. Yapay zekâ bir başlık öneriyor, sonra yazıyı tamamlıyor, sonra belki bir görsel çiziyor. Zihin daha çalışmadan, içerik çoktan hazır hale geliyor. Pratik mi? Evet. Ama yaratıcı mı?

Yapay zekâ, üretim sürecini hızlandırıyor; bu tartışmasız bir gerçek. Saatler sürecek bir metni dakikalar içinde önümüze koyabiliyor. Veri analizi, yazılım, tasarım… pek çok alanda bir yardımcı gibi çalışıyor. Ancak bir noktada bu yardımcılık, ana karaktere dönüşüyor. İnsan, fikir üretmektense, fikir alıcı konumuna geçiyor. Sorgulayan değil, onaylayan bir role bürünüyor.

İşin teknik tarafında da benzer bir dönüşüm yaşanıyor. Birçok veri bilimci, artık yapay zekâya “şu modelin kodunu yazar mısın” diye soruyor. Kod geliyor, çalışıyor… Ama neden çalıştığı bilinmiyor. Hangi varsayıma göre yazıldığı, ne gibi sonuçlar doğurabileceği çoğu zaman göz ardı ediliyor. Derin bilgi yerine yüzeysel çözüm öne çıkıyor. Bu da sadece üretimi değil, düşünme biçimini de etkiliyor.

Akademide ise durum daha da karmaşık. Yapay zekâ ile yazılan tezlerin sayısı her geçen gün artıyor. Metinler düzgün, dil akıcı… Ama özgünlük nerede? Akademik bilgi sadece doğru cümleler kurmak değildir. Problemi fark etmek, hipotez üretmek, araştırmak ve yeni bir katkı sunmaktır. Yapay zekâ bunları taklit edebilir, ama gerçekten yaratamaz. Eğer insanlar da sadece onu tekrar ederse, bir kısır döngü oluşur. Yapay zekâ kendi ürettiğinden öğrenmeye başlar; insan ise öğrenmeyi bırakır.

Bu dönüşüm, dünyada birçok alanda yaratıcı ortaklık şeklinde ilerliyor. Ancak Türkiye’de işler farklı yürüyor. Yapay zekâ çoğu zaman yaratıcı sürecin ortağı değil, üretimin yerine geçen bir “otomatik görevli” gibi kullanılıyor. Ortaokul öğrencisi bile ödevini ChatGPT’ye yazdırıyor; üniversite öğrencileri kaynakları okumadan tez teslim ediyor. Raporlar, sunumlar, analizler... Hepsi birbirine benziyor. Sorgulama yok, eleştiri yok, derinlik yok. Bu durum, teknolojinin yanlış anlaşılması kadar, eğitimin niteliğiyle de doğrudan bağlantılı.

Yapay zekâyı yasaklamanın ya da görmezden gelmenin bir çözüm olmadığını biliyoruz. Asıl mesele, onu nasıl kullandığımız. Yaratıcılığı öldürmeyen ama kolaylaştıran bir araç haline getirebiliriz. Bunun için çocuklara, gençlere, çalışanlara sadece “nasıl kullanılır”ı değil, “neden ve ne zaman kullanılır”ı da öğretmemiz gerekiyor. Teknolojiye yön verecek olan, hâlâ insan. Ama bu yönü belirleyebilmek için önce kendi zihinsel üretim irademize sahip çıkmalıyız.

Yapay zekâ, yaratıcı potansiyelimizi artırabilir. Ancak bu, ancak biz yaratmaktan vazgeçmezsek mümkün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder