21 Ocak 2020 Salı

Ekonomi çok mu gelişti? Kriz mriz yok mu?


Bir şeyin varlığını inkâr ederek o şeyi yok edeceğini zannetmek tipik bir yurdum insanı hastalığıdır. Mesela aldığınız bir üründe hata olduğunu asla o satıcıya kabul ettiremezsiniz. Telefonunuzdaki arıza kesinlikle tüketici hatasıdır. Kopya çekerken yakalanan bir öğrencinin ilk yaptığı şey bunu inkâr etmektir. Alkol alan bir sürücü ölçüm cihazında kabak gibi alkollü görünmesine rağmen “valla alkol almadım memur bey” der. Üniversite sınavına hiç hazırlanmamış bir öğrencinin sonuçlar açıklanınca ilk yaptığı şey çalışmadığı yönündeki tüm söylemleri inkâr etmektir. Kısacası karşılaştığımız bütün sorunları yok saymak, kendimizin mükemmel olduğu ön kabulü ile tüm sorunları inkar etmek bizim kronik bir zaafımız.

Türkiye uzun bir süredir orta gelir tuzağına hapsolmuş, üst gelir grubuna çıkabilmesi için gerçekleştirmesi gereken reformları gerçekleştiremeyen bir ülke. Bu durum neredeyse 30 yıldır devam ediyor. 2000 ile 2010 yılları arasında bu geçiş gerçekleşiyor gibi göründüyse de gerçekleşmedi. Hatta bugün orta gelir içerisinde dahi gittikçe geriliyoruz.

Türkiye 2000 yılında dünyanın en büyük 17. Ekonomisi idi (hatta 80'li yıllarda da). Sıralaması zaman zaman değişse de 2017 yılında da 17. idi. 2018 yılında ise 18.liğe ve 2019 da 20.liğe geriledi. Son 20 yılda ülke ekonomisinin en azından diğer ülkeler kadar gelişmediğini hatta diğer ülkelerden daha kötü bir performans sergilediğimizi anlayabiliyoruz. Bu konuda daha detay bir okuma için Mahfi Eğilmez’in bloğunu buradan okuyabilirsiniz. Elbette sadece ülke hasılası refah düzeyini ölçmüyor. Aksi durumda Çin dünyanın en refah ikinci ülkesi olurdu. Fakat kişi başı gelirde durumumuz daha kötü. 2018 verilerine göre kişi başı gelirde 68. ülkeyiz (kaynak). Bu durum aslında hiç de uçup kaçtığımız gibi refah içinde yüzmediğimizi gösteriyor.

Tüik Ciddi Maddi Yoksunluk adı verilen bir istatistik tutuyor. 2006 yılından beri tutulan bu veriler aslında ülkemiz hakkında bize çok net bilgiler veriyor.
Peki ciddi maddi yoksunluk ne demek?
·         Çamaşır makinası
·         Renkli televizyon
·         Telefon
·         Otomobil
·         Beklenmedik harcamalar
·         Evden uzakta bir tatil
·         Kira ya da konut kredisi ödemesi
·         İki günde bir et, tavuk ya da balık içeren bir yemek tüketmek
·         Evin ısınma ihtiyacı

Yukarıda sayılan bu temel ihtiyaçların üç tanesi karşılanamıyorsa maddi yoksunluk, eğer dört tanesi karşılanamıyorsa ciddi maddi yoksunluk olduğu ortaya çıkıyor. 2018 yılında Türk halkının %26,5’i ciddi yoksunluk içinde olduğu ortaya çıktı. Bu oran Avrupa içerisindeki en yüksek rakam. 2019 yılı oranının bundan daha yüksek olacağı da aşikâr. Batıyor dediğimiz Yunanistan’da bile bu oran %16,7.  Daha detay bir bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Ülkeler arasındaki gelişmişlik farkını anlamanın bir diğer türü insani gelişmişlik endeksidir. Tüik’in tanımına göre bu endeks insani gelişmenin üç temel boyutu olan “uzun ve sağlıklı bir yaşam”, “bilgiye erişim” ve “insana yakışır yaşam koşulları” kapsamında ele alarak ölçen bir endekstir. Gelirin yanı sıra insani gelişmeyi ölçmeyi amaçlayan gelir dışı göstergeleri de esas almaktadır. İnsani Gelişme Endeksi’nin amacı hem sosyal hem de ekonomik kalkınma için referans olan tek bir istatistiğin yaratılmasıdır.  Tüik verilerine göre Türkiye insani gelişmişlik endeksinde 189 ülke arasında 59.dur.

Uluslararası ekonomik ve sosyal gelişimi ölçen bir diğer gösterge “Daha İyi Yaşam” istatistiğidir. OECD tarafından tutulan bu istatistik,
·         Konut harcamaları
·         Hane halkı geliri
·         İstihdam oranı ve kişisel kazanç
·         Eğitim
·         Çevre
·         Sağlık
·         Yaşam memnuniyeti
·         Güvenlik
gibi başlıklardan oluşmaktadır. Tüik verilerine göre Türkiye 36 ülke arasında 34. sıradadır.
Buraya kadar ülkemizin ekonomik ve sosyal durumunu diğer ülkelerle karşılaştırdık. Mevcut verilerin hiç birisi durumun parlak olduğunu göstermiyor. Diğer uluslararası göstergeler de bu savımızı doğruluyor. Fakat bu kadar gösterge yeterli bence.

Peki ülkemizin son dönemde kendi içindeki gelişimi nasıl? Kendi içinde bir refah artışı söz konusu mu? Bir kriz var mı? Aslında bu sorunun cevabı gayet net. Ülkedeki işsizlik, hayat pahalılığı, kişi başı gelir, sanayi üretim endeksi, konut satış rakamları gibi göstergeler ciddi bir krizde olduğumuzu gösteriyor. Ben burada halk arasındaki terimleri kullanarak sonuca ulaşmaya çalışacağım.


Sen kriz var diyorsun ama herkesin evi var abi.
Bu tespit tamamıyla yanlış. Tüik’in açıkladığı gelir ve yaşam koşulları araştırmalarına göre ev sahipliği oranları aşağıdaki tabloda verilmiştir.

Yıllar
Ev sahipliği oranı
2006
60,9
2010
60
2015
60,4
2016
59,7
2017
59,1
2018
59

Tablo verileri bize çok net bir şey söylüyor. Son 13 yılda Toki ve ucuz konut kredisi gibi tüm konut politikalarına rağmen, mevcut konut stoğundaki ev sahibi oranının artmak bir yana azaldığı görülmektedir.  Bu demek oluyor ki herkes ev almamış. Zaten ev sahibi olan insanlar yatırım amaçlı konut almış.

Tüm avmler ağzına kadar dolu. Millet deli gibi para harcıyor. İnsanlarda acayip para var.     

Yukarıdaki grafikte tekstil elektronik, tıbbi ürünler ve kozmetik gibi birçok alanda yapılan satışları gösteren perakende satış endeksi verilmiştir. 2018’in 1. Ayından başlayıp 2019’un 11. Ayına kadar devam eden grafikte, son 3 aydır bir toparlanma olduğu fakat öncesindeki 20 ayda giderek daralmış bir perakende satış hacmi olduğunu gösteriyor.  
Grafikten anlaşıldığı üzere insanlarda acayip para yokmuş ve herkes deli gibi alışveriş yapmıyormuş. Yani satışlar ciddi oranda azalmış.

Memlekette fakir yok abi. Asgari ücret bile acayip para. 2002 de asgari ücrete bir şey alınmazken şimdi neler alınıyor …..
Aslında tamamen şehir efsanesinden oluşan bu ön kabul ciddi yanlışlar içeriyor. Yukarıdaki bölümde ülkemizdeki insanların %26,5’inin temel ihtiyaçlarının bir bölümünü dahi karşılayamayan ciddi maddi yoksunluk çeken kesim olduğunu ifade etmiştim.  Asgari ücretle ilgili kısım ise daha karmaşık. Öncelikle asgari ücret, işveren tarafından çalışana verilebilecek minimum rakamı gösteriyor. Ve Türkiye’de mevcut asgari ücretin dahi altında çalışan ciddi bir işçi grubu bulunmakta.

Asgari ücrette rakamsal artışın yanında reel bir artış da söz konusu. Yani enflasyon oranından daha fazla artış gerçekleşmiş. Burada asgari ücretin olması gerekenden çok arttığı gibi bir yanılgı ortaya çıkıyor. Tamamen enflasyondan arındırılmış asgari ücret 2002 yılından 2018 yılına %58,4 artış göstermiş. Siyasilerin meydanlarda propaganda yaptıkları yer burası. İyi ama aynı dönemde kişi başı gelir yine enflasyondan arındırılmış şekilde %91,3 artış kaydetmiş. Kısacası asgari ücretli elde etmesi gereken payın çok altında bir pay almış. Hatta onun payını da başkaları almış. Daha detay bilgiye doğruluk payının çalışmasından ulaşabilirsiniz.

Asgari ücretle ilgili bir başka sorun ortalama ücretin her geçen yıl asgari ücrete daha fazla yaklaşması. Tüik’in yayınladığı ortalama ferdi ücretin asgari ücrete oranı 2007 yılında 2,13 iken bu rakam 2018 yılında 1,56’ya gerilemiş bulunuyor. Yani 2007 yılında ortalama ücret asgari ücretin iki katından fazlayken 2018 yılında bir buçuk katına gerilemiş bulunuyor. Buradan iki sonuç çıkıyor. İlk olarak asgari ücretten fazla ücret alanlara yapılan zam asgari ücret zammının altında kalıyor. İkincisi ise giderek daha fazla sayıda çalışan asgari ücrette çalışıyor.

Asgari ücretle ilgili önemli bir diğer gösterge Türkiye’deki ücretle, işgücünün ucuz olduğu ülkelerdeki asgari ücretlerin birbirine oldukça yaklaşması. China Daily’nin haberine göre Çin’in bazı bölgelerinde asgari ücret 364 dolar civarına kadar yükseldi. Daha detaylı bilgi için Disk 2020 asgari ücret raporuna bakabilirsiniz.

Sonuç olarak, maalesef Türkiye iddia edildiği gibi kalkınmış, gelişmiş ülkelere yetişmiş hatta onları geçmiş bir ekonomi değil. Ekonomik ve sosyal olarak gelişmiş ülkelerin gerilediği hatta battığı gibi söylemler de popülizmden öteye gitmiyor.  Türk ekonomisi elbette bir gelişim içinde. Belli alanlarda elbette bir ilerleme kaydediliyor. Fakat bu ilerlemelerin hiçbirisi bizden daha iyi konumdaki ülkeleri yakalamamıza yetmiyor. 2000 yılında dünyanın en büyük 17. ekonomisi iken, (bize göre yapılan bunca yatırıma rağmen) 2019 yılında en büyük 20. ülke konumundayız. Ülke hasılasının dışındaki göstergelerde ise bundan çok daha kötü bir görüntü sergiliyoruz. Uyguladığımız politikaları gözden geçirmemizin şart olduğu ortada.

Ülkenin son yıllarda bir krizde olduğu, kriz öncesi dönemde ekonomik olarak elde edilen gelirin alt tabakaya yansımadığı görülüyor. En zengin %20’nin aldığı payın, 2010 yılında %44,9 iken 2018 de %46,8 olması bunun bir diğer göstergesi. Ne konut satışı ne gelir artışında alt gelir grubunun refahını artıran bir unsur maalesef görünmüyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder