21 Mart 2020 Cumartesi

Koronavirüs Ekonomisi

Dünyayı kasıp kavuran virüs ülkemize de ulaştı maalesef. Çin’de eylül aylarında ortaya çıkan virüs dalga dalga tüm dünyaya yayıldı. Ülkemizde hükümet (uzun zaman sonra) takdir edilecek şekilde bir kriz yönetimi sergiledi ve sergilemeye devam ediyor. Okulların tatil edilmesi, tüm etkinliklerin iptal edilmesi, bar ve kafelerin kapatılması, yurtdışından gelenlerin karantinaya alınması vs. hepsi tam zamanında ve harika önlemler. Fakat gelin görün ki hükümetin bütün önlemlerini bizzat halkımızın büyük çoğunluğu boşa çıkartıyor. Okulların kapanmasını fırsata çevirip gezmeye çıkanlar, sırf karantinaya alınmamak için Bulgaristan üzerinden yurda girmeye çalışanlar, karantinaya alındığı yurttan çocuk gibi kaçmaya çalışanlar, topluca asker uğurlayanlar, inadına cemaat olup namaz kılanlar… liste uzar gider. Umarım bir an önce gereken bilinçlenme yaşanır ve bu beladan kurtuluruz. İşin bu kısmı tamamen sağlıkçılara ait bir konu. Gelelim ekonomik yönüne.

Salgın hastalık sebebiyle dünya ekonomisi çok derin bir şok içerisinde. 2008 küresel krizinin etkileri henüz tam atlatılamamışken; ticaret savaşları, Brexit, ABD-İran gerginliği, petrol fiyatlarının dip yapması derken zaten çok ciddi bir sıkışma yaşayan küresel ekonomi virüs etkisiyle bunalıma girdi.  Bank of America dünyanın en büyük ekonomisi için 2. Çeyrekte %12 civarında bir küçülme bekliyor. Bir hizmet ekonomisi olan ABD için durum daha vahim bile olabilir. Avrupa tarafında ise durum daha kötü. AB virüsün getirdiği yıkıma hem daha hazırlıksız yakalandı hem de virüsten daha fazla etkilenecek gibi görünüyor. Çin’de üretimin durma noktasına gelmesi, Japonya ve Kore gibi çok önemli küresel aktör olan ekonomilerde yaşanan çok büyük sorunlar devasa bir krizin başında olduğumuzu gösteriyor.

Bütün bunları göz önüne alarak ülkemizin durumunu değerlendirmek ve ona göre önlemler almak gerekiyor. Öncelikle Türkiye bu salgına çok hazırlıksız yakalandı. 2013 yılından beri giderek daha çok bozulan ekonomik göstergeler 2018’de ABD ile başlayan rahip Brunson krizi ile zirve yapmış, yaşanan kur şoku büyük bir enflasyon yaratmış, bu enflasyon neticesinde faizler yükselmiş bir durumdaydı. Sürekli seçim atmosferinde bulunulması ve seçim ekonomisi uygulanması bütçe dengesinin önemli ölçüde bozulmasına neden oldu. Bütçe açığı sebebiyle devlet ciddi oranda borçlanma yoluna gitti. 2018 ve 2019 yılları toplam bütçe açığı 200 milyar TL dolayında (kaynak).

Ayrıca 2018 yılında seçim ekonomisinin diğer sac ayağı olan kredi garanti fonu kullanılarak piyasalara ciddi oranda para dağıtıldı ve yüksek büyüme rakamları yakalandı. Tabi bu süreçte firmaların borçluluk oranları ile bankaların batık kredi oranları ciddi anlamda yükseldi. Ayrıca batması gereken firmalar kurtarıldığı için ekonomik yapıda bir çarpıklık daha oluştu. Kredi garanti fonu ile sağlanan suni büyüme sonucunda ekonominin ivmesinin nasıl düştüğü buradan görülebilir. 1 yıldır küçülen ekonomi hali hazırda ciddi bir işsizlik ve hayat pahalılığı üretmiş durumda. Son 15 yılın en büyük işsizlik oranları ile virüs salgınına yakalanmış bulunuyoruz (kaynak).

İçerde yaşadığımız sorunların yanında ABD, AB, Suriye, Rusya ve Libya ile yaşanan sorunlar ülkemizin risklerini ciddi oranda artırdı. Hatta Akdeniz’de yaşanan doğalgaz sondaj sorunu üzerine tuz biber oldu. Hem ekonominin ivme kaybetmesi (hatta 3 çeyrek küçülmesi) hem de sahip olduğumuz bölgesel riskler yüzünden dış piyasalardan borçlanma olanağımız oldukça kısıtlı durumda. Ülkemizin zaten yüksek olan risk primi (CDS) puanı zirveye ulaşmış durumda (kaynak).

Durumu özetlersek geliri giderini karşılamayan bu nedenle bedelli askerlikten imar affına, Merkez Bankası akçesinden vergi affına kadar bütün ek gelirleri toplayan ve buna rağmen yine de 2 yılda 200 milyar TL bütçe açığı veren bir devletimiz var. KGF, istihdam teşviki gibi devlet desteklerine alışmış kendi başına ayakta durması zor olan ve borçluluğu çok yüksek bir özel kesimimiz var. Hali hazırda çok yüksek bir işsizliğe ve geçim sıkıntısına sahip aynı zamanda borçluluk oranı da çok yüksek bir hane halkımız var.

Virüs salgını ortadan kalkınca bize fırsat mı doğar yoksa toz duman kalkınca yaralarımızın farkına mı varırız bilemiyorum (Bu biraz şu an biraz da salgın sonrası yapılacak radikal düzenlemelere ve diğer ülkelerin durumuna bağlı). Fakat eğer acil ekonomik tedbirler alınmaz ise zincirleme bir şekilde ekonomik faaliyetler küçülecek.

Modern ekonomi biliminin temelini beklentiler oluşturuyor. Eğer ekonomik aktörlere ülkenin bu krizden çıkılabileceği net bir şekilde gösterilemez ise durum pek parlak görünmüyor. Peki böyle bir durumda ne yapmalı? Hükümet bir paket açıkladı. Bu paket ile sorunları çözmek olası görünmüyor. Reel kesim ciddi bir sıkıntı içinde. Paketteki birkaç madde dışında işe yarar bir şey yok maalesef.

Yapılması gereken ilk hamlelerden biri firmaları ve bankaları ayakta tutmak. Hükümetin bu noktadaki adımı vergileri ötelemek ve uygun kredi vermek. Gayet makul adımlar. Esnafın Halkbank kredi ödemelerini ötelemek ve şirketlerin kredi ödemelerini ötelemek de öyle. Bunun dışında ihracatçıların satamadıkları ürünler için stok finansman kredisi verilecek. Kısacası devlet vergi alacağını ertelemiş (ki ertelemese zaten alamayacak) ve KGF ile uygun kredi ortamı oluşturmuş. Faaliyetine geçici ara vermiş firma çalışanlarına kısa çalışma ödeneği getirilmiş (AVM mağazaları gibi). Fakat isyeri kapananlara ya da işten çıkarılmalara karşı birsey yok. Kaldı ki yeme içme sektöründe ciddi bir kayıt dışı istihdam söz konusu.

Diğer maddeler tam olarak fiyasko. Havayolu vergisi 18’den 1’e düşmüş. Ee zaten seyahat eden yok ne işe yarar. Otellerde konaklama vergisi düşmüş. Konut kredisinde %20 olan teminat %10’a düşmüş. Hocam millet ayakta kalmak derdinde ne konutu ne seyahati? Vatandaşa uygun kredi verilecekmiş. Kapanan ya da iş hacmi daralan işyerlerinin tamamı işçilerine ya ücretsiz izin verdi ya da işten çıkardı kim nasıl alacak bu krediyi? Asgari ücrette zaten mevcut olan destek devam edecekmiş. Tüccar temerrüde düşerse de yanında mücbir sebep yazacakmış. Temerrüde düştükten sonra mücbir sebep yazsa ne yazmasa ne?

Yukarıda söylediğim gibi daha önceden zaten kaynaklarımızın dibini sıyırdığımız için bu kriz ortamında kullanabileceğimiz bir kaynağımız yok. IMF dışında bir yerden borçlanmak da oldukça maliyetli. Tek yapabildiğimiz bazı alacaklardan feragat edip açık olan bütçeyi biraz daha açmak. Ya da para basmak. Veya bugünler için biriktirilen işsizlik fonunu kullanmak.

Peki esas sorunlar neler?
Mesela geçici olarak dükkanını kapatan, kapatmasa da satışı olmayan esnafın kirası ne olacak?
Doğru düzgün gelir elde edemeyen esnaf işçi maaşını nasıl ödeyecek? Borçlarını nasıl ödeyecek? Ve tabi ki geçimini nasıl sağlayacak?
Ücretsiz izine çıkarılan işçiler; ev kirasını, elektrik-su-doğalgaz faturalarını nasıl ödeyecek? Temel gıda maddelerini nasıl alacak? Vermeyi düşündüğünüz uygun faizli krediyi nasıl ödeyecek? Bu insanlar bir mal ve hizmet tüketmediği için ve yakın bir gelecekte de tüketemeyeceği için esnaf ve şirketlerin sorunu daha da büyümeyecek mi?

Havayolu, otobüs firmaları, neredeyse tüm turizm sektörü, mağazacılık ve yeme içme sektörü durmuş durumda. Bu firmalar işçi çıkarmış bile olsalar sabit giderleri o kadar yüksek ki. En çok ihracat yaptığımız ülkeler virüsün en çok vurduğu AB ülkeleri. Dolayısıyla ihracatımızda ciddi bir düşüş var. (Düşüşün büyük kısmı kalıcı olacak) Bu düşüş sonucu firmalar önemli ölçüde işçi çıkarıyorlar.

Peki ne yapmalı?
Herkesin elini taşın altına sokması gerektiği bir kriz yaşıyoruz. Kiracılar için kiranın büyük bir bölümü ya da tamamı 3 ay süreyle ertelenmeli. Ve bu 3 aylık kira 1 yıl içinde diğer kiralara eklenerek vadeli ödenebilmeli. Vatandaşların mevcut ihtiyaç ve konut kredisi ödemeleri 3 ay ötelenmeli. Bu ötelenmeden doğan faiz ile önceki borca ait faiz ve anapara 1 yıl içindeki taksitlere eklenerek ödenebilmeli. Vatandaşın elektrik, su, doğalgaz, internet ve cep telefonu faturaları 3 ay ötelenmeli. Bunu yapacak firmalara öteleme yaptıkları tutar kadar kısa vadeli kredi verilmeli ve faizi devlet ödemeli. Kayıtlı şekilde iş arayıp bulamayan ve bu dönemde işten çıkarılan fakat işsizlik maaşını kanunen hak etmeyenlere 3 ay süreyle işsizlik maaşı verilmeli (sadece virüs nedeniyle kapanan firmalara değil). İşsizlik maaşı süresi dolanların süresi 3 ay uzatılmalı. İşsizlik fonunda 120 milyar TL para bugünler için var. İşçisini çıkarmayan işverenlere belirli bir rakama kadar (örneğin işçi başı 1.000 TL) ödeme yapılmalı. Virüsün en çok etkilediği 60 yaş üstü vatandaşın bir geliri yok ise 3 ay 1.000 TL civarında yardım yapılmalı. Böylece çalışan kesimin ayakta kalmasını sağlayabilirsiniz.

İşveren için vergi ve kredilerin ötelenmesi gayet faydalı. Bunun yanında kiraların, enerji giderlerinin aynı şekilde ötelenmesi gerekir. Yakıt giderinin önemli bir maliyet oluşturduğu aşikâr. Bu nedenle zaten küresel olarak yerlerde sürünen akaryakıtta önemli bir vergi indirimi acilen yapılmalı. Çek ve senet ödemeleri ile diğer ticari ödemeler düşük bir faiz oranı karşılığında 3 aya kadar ötelenebilmeli. Devletin ödemesi gereken KDV iadeleri acilen ödenmeli. Mal, hizmet ve yapım ihalelerinden doğan yükümlülükler acilen ödenmeli. Ticaret hukukunda süreler çok önemli. Zaman aşımı ya da hak kaybı olmaması adına derhal adli ve mali tatil öne çekilmeli.

Bu şekilde işvereni ve işçiyi bir süre ayakta tutabiliriz. Bu süreçten sonrasında uygun faizli krediler ya da teşvikler işe yarayabilir bambaşka politikalar uygulanabilir. Önemli olan oraya ulaşıp ulaşamayacağımız. Dünyadaki diğer tüm ülkeler bu süreçte büyük paketler açıkladı. Kuzey ve Batı Avrupa ülkeleri için kaynak sorunu yok. Fakat bizim gibi ülkeler için ciddi bir kaynak sorunu olduğu ortada. Bu nedenle bugünler için işçilerin alın terinden biriktirilen işsizlik fonu kullanılmalıdır. Sonrasında enflasyon riskini göze alıp TCMB tıpkı FED, AMB ve BOE gibi tahvil alımı yapabilir (kısaca para basabilir). IMF’nin virüs için ayırdığı büyük kaynaktan kredi kullanılabilir. Ya da dış piyasalardan yüksek faizli borç alınabilir. Bu seçim artık hükümete ait. Önemli olan temel göstergeleri mümkün olduğu kadar az bozarak ayakta kalabilmek. Bu önerilerin aksine ya da tersine başka birçok önlem alınabilir. Fakat hane halkını ve firmaları ayakta tutamaz isek ekonomik olarak hiç kimse ayakta kalamaz. Umarım virüs kısa süre içinde yok olur ve umarım bankacılık sektörü bu krizi atlatabilir.


11 Şubat 2020 Salı

Daha alınacak çok yolumuz var



Bir fabrika kurdunuz diyelim. Tüm makine ve ekipmanlarıyla modern ve teknolojik bir üretim tesisi olsun. Bu fabrikada kullanacağınız ham maddeler uzak bölgelerden geliyorsa ve ucuz bir taşıma yoksa maliyetler artar. Aynı şey ürettiğiniz ürünü pazara ulaştırırken de geçerlidir. Ülkemizde yaş meyve ve sebze sektöründe maliyeti yükselten ikinci unsur ürünlerin taşınmasıdır. Ulaşım olanaklarının geliştiği bölgelerde işgücü daha akışkandır. Yani işçiler daha uzak bölgelerde iş bulabilirken, işverenlerde yüksek işçilik maliyetine katlanmazlar. 

Ülkeler ne kadar yaygın ve kaliteli ulaşım ağına sahip olursa hem sanayi hem tarım hem de turizm gibi sektörleri bundan olumlu etkilenir. Ülkelerin yaptığı ulaştırma yatırımlarının ekonomik büyümeye olumlu etki yaptığına dair yüzlerce çalışma var. Özellikle ABD, batı Avrupa ülkeleri ve İngiltere ile Japonya gibi gelişmiş ülkelerin takdire şayan bir ulaşım ağına sahip olduğu görülüyor. Zaten ekonomileri bunun en büyük göstergesi. Çin’in yaptığı muazzam yatırımların sebebi aynı seviyeyi yakalamak olduğu sanırım daha anlaşılabilir bir durum.

Bende bu yazıda ülkemizde bulunan karayolu ve demiryolu ulaştırma alt sistemlerinin durumundan bahsedeceğim. Kimilerine göre Almanya’da olmayan taşıtlara ve yollara sahibiz. Kimine göre çakılmış çivi yok memlekette. Peki gerçekte durum ne? (Havayolu ve denizyolu ulaşımı bir başka yazıda incelenecektir)

1-Karayolu Ulaştırması
Ülkemizin karayolu yatırımlarında çok ilerlediğini düşünüyoruz. Bunda biraz haklılık payımız da var. Bu alanda uzun zamandır ciddi bir faaliyet var ve bu göze çarpıyor. Karayolu yatırımlarında dikkate değer en büyük başarı yolların modernizasyonunda. Peki bu ne demek? Örneğin iki şehir arasında daha önce tek şerit gidiş ve tek şerit geliş olan bir yolun bölünmüş yola dönüştürülmesi bir modernizasyondur. 2003 yılında 15.000 km toplam bölünmüş yol hedeflenmişti. 2020 itibariyle itibariyle 25.700 km bölünmüş yol yapılmıştır (kaynak). Yani büyük ölçüde yollar modernleştirilmiştir. Bir diğer başarılı olunan husus tünel, köprü gibi karayolu ağının kalitesini ve hızını yükselten altyapılardır. Ülkemiz bu alanda yaptığı çalışmalarla son 17 yılda köprü uzunluğunu 2,5 kat artırmış görünüyor (kaynak). Aynı başarının tünel yapımında da tekrarlandığını söyleyebiliriz (kaynak). Mevcut yolların kaplamasının günün koşullarına göre iyileştirilmesini de yine aynı şekilde başarı olarak değerlendirebiliriz.

Peki biz bu yatırımlarla Almanya’yı yakaladık mı? Ya da artık gelişmiş ülkelerdeki gibi bir ağa sahip miyiz?  Yol uzunluğumuz ne kadar arttı? Tüik’in karayolu uzunluğu verileri ülkemizin 1960 yılında 61 bin km yol uzunluğuna sahip olduğunu ve güncel yol uzunluğunun 67 bin km olduğunu gösteriyor. 60 yılda yaptığımız yeni yol miktarı 6 bin km civarı. Kısacası 60 yıldır büyük oranda mevcut yollarımızın kalitesini artırmaya çabalıyoruz. Ülkemiz uzun yıllardır tıpkı toplam hasılası gibi karayolu uzunluğu bakımından da dünyada ilk 15 ülke arasında bulunuyor. Mesela 2004 yılında dünyanın karayolu uzunluğu bakımından 13. ülkesiydik (kaynak).  Günümüzde de bu durum farklı değil. Yani karayolu uzunluğu bakımından ilk 15 ülke arasındayız. Fakat karayolunun yoğunluğunu ölçmemize yarayan km2’ye düşen karayolu ve 10.000 kişiye düşen karayolu uzunluğu verilerinde durumumuz parlak değil maalesef. TCDD’nin yayınladığı 2018 istatistik yıllığına göre Avrupa ülkeleri arasında km2 başına düşen karayolunda sadece Bulgaristan’ı geçebildik. Kişi başına düşen karayolunda ise Hollanda’yla birlikte sonuncuyuz.  Bu durum karayolu ağ yoğunluğunda karayolu uzunluğu gibi başarılı olamadığımızı, yol ağ kalitemizin çok kötü olduğuna işaret ediyor. Daha detay bilgi için raporu buradan okuyabilirsiniz.

Mevcut karayolu teknolojisi içerisinde en kaliteli ağ otoyollardır. Karayollarının verdiği bilgilere göre 2.657 km otoyola sahibiz. Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde bu rakam bizden epey fazla. Örneğin Almanya’da 13 bin İspanya’da 15 bin Fransa’da 12 bin km otoyol mevcut. Konu hakkındaki detaylı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Elbette daha iyi olduğumuz birçok ülke var. Fakat yüzölçümleri ile değerlendirdiğimiz vakit fazla söze gerek kalmıyor. Örneğin İrlanda’nın 913 km otoyolu var. Ancak Türkiye İrlanda’dan tam 11 kat büyük bir ülke.  

Dikkate değer bir diğer konu ülkemizin sahip olduğu karayolu taşıt sayısı. Ülkemizde traktör, motosiklet gibi tüm motorlu araçların mevcut durumu yaklaşık 23 milyon. Tüik’e göre bu rakam 1990’da 3.7, 2000’de 8.3, 2010’da 15 milyon idi. Dikkat edilirse her on yılda bir 2 kat civarında bir artış söz konusu. Elbette ki bu hem teknolojinin yaygınlaşması ve gelişme ile izah edilebilir. Fakat buradaki temel nokta diğer ülkeler arasındaki durumumuz. Türkiye Ulaştırma Bakanlığı’nca yayınlanan ‘Ulaşan ve Erişen Türkiye’ raporu verilerine göre 100 kişiye düşen taşıt sayısında maalesef Avrupa sonuncusudur. Daha detay bilgiye buradan bakabilirsiniz.

2) Demiryolu Ulaştırması
Demiryolu yatırımı ve ulaştırması ülkemizde tekel konumundaki TCDD tarafından yapılmaktadır. TCDD 2018 istatistik yıllığına göre 2003 sonrası dönemde 3.913 km demiryolu inşa edilmiş. Bu hattın 1.213 km’si yüksek hızlı tren hattıdır. Burada ciddi bir atılım söz konusu gerçekten. Zira 1950-2003 yılları arasında sadece 945 km hat yapılmıştı. Ayrıca yeni hat yapımının haricinde eski demiryolu hattının %65’i yenilenmiştir. 2003 yılında hattın %19’u elektrikli ve %23’ü sinyallidir. Mevcut durumda hem sinyalizasyon hem elektrifikasyon oranı yaklaşık %43’tür.

Demiryolu hattının modernizasyonu taşımacılığın konforlu, güvenli ve süratli yapılması için çok önemlidir. Verilere baktığımızda önemli bir çalışma olduğu anlaşılıyor. Ayrıca belli ölçüde lokomotif ve tren seti yenilmesi de mevcut. TCDD Taşımacılık 2018 İstatistik Yıllığı‘na göre son on yılda 231 adet lokomotif, yüksek hızlı tren ve tren seti TCDD araçları arasına katılmıştır.

Bir de madalyonun öbür yüzü var. TCDD’nin 2017 sektör raporuna göre 2003-2016 yılları arasında demiryollarına 57 milyar lira yatırım yapılmış. Güncel rakam ise 70 milyar TL civarında.  Yani çok büyük bir yatırım harcaması yapılmış görünüyor. Bunca yatırıma rağmen halen istenen verimlilik sağlanabilmiş değil. Öyle ki ülkemizdeki demiryolu ağının halen %70’i tek hat. Bu durum işletmeciliğin çok kötü yapılmasını, sefer sürelerinin uzamasını beraberinde getiriyor. Mevcut lokomotiflerin yarısından fazlasının 30 yaş üzerinde olması, toplam hattın %42’sinin elektrikli ve %43’ünün sinyalli olması nedeniyle TCDD ciddi bir cer enerji (yakıt) giderine katlanmaktadır. TCDD 2018 faaliyet raporunda toplam 726 milyon TL’lik yakıt harcaması yaptığını bildirmiştir.

Demiryolu ağının yoğunluk ölçüsü olan, km2’ye ve kişi başına düşen demiryolu uzunluğunda ülkemiz Avrupa ülkeleri arasında sonuncudur  (kaynak).Yunanistan ve Bulgaristan gibi ülkelerin dahi bizden daha yoğun bir ağa sahip olmaları üzücü bir durum maalesef.

Yukarıda anlatılan sebepler nedeniyle verimli bir işletmecilik yapılmasının mümkün olmadığı ortadadır. Bu durum TCDD’nin tüm mali tablolarına yansımaktadır. Aşağıda TCDD’nin 2018 yılı gelir gider tablosu özet olarak verilmiştir. Tablo incelendiğinde kurumun toplam faaliyet gelirlerinin, faaliyet giderlerinin yalnızca %45’ini karşıladığı görülüyor. Hazine yardımlarının da gelirlere dahil edildiği durumda bile TCDD'nin yılda ortalama 1 milyar TL zarar ettiği anlaşılıyor.

Tablo 1. TCDD'nin Gelir ve Gider Durumu
Faaliyet İçi Gelirler 
1.353.856.677
Faaliyet İçi Giderler 
3.010.350.245
Gelirin Gideri Karşılama Oranı
44.97
Sübvansiyonlar Dâhil Faaliyet İçi Gelirler
2.131.160.413
Faaliyet İçi Giderler 
3.010.350.245
Gelirin Gideri Karşılama Oranı
70.79
Faaliyet Dışı Gelirler
60.635.094
Faaliyet Dışı Giderler
106.107.993
Gelirin Gideri Karşılama Oranı
57,14
Toplam Gelirler
2.191.795.508
Toplam Giderler
3.116.458.238
Gelirin Gideri Karşılama Oranı
77,33
                          Kaynak: TCDD Taşımacılık 2018 İstatistik Yıllığı

Sonuç
Gelişmiş bir ekonomiye sahip olabilmek, bölgeler arasındaki gelir farklılıklarını önlemek, verimliliği artırabilmek, iş bölümünü sağlayabilmek için gelişmiş bir ulaşım ağı şarttır. Ticaretin ve turizmin gelişebilmesi, üretim faktörlerinin bol olan yerden kıt olan yere aktarılabilmesi için ulaştırma olmazsa olmaz bir alandır.

Ulaştırma alanında uluslararası karşılaştırmalarda kullanılan istatistiklerin de yukarıda anlatılanlarla uyumlu olduğu görülüyor. Örneğin lojistik performans endeksinde ülkelerin gümrük, lojistik ve taşımacılık alanındaki performansı değerlendiriliyor. Tüik verilerine göre bu endeks sıralamasında ülkemiz 47. sırada bulunuyor. Diğer bir uluslararası endeks ise seyahat ve turizm rekabet endeksidir. Ulaşım altyapısının kalitesinden, çevre koşullarına kadar dört başlık altında derlenen endekste Tüik verilerine göre ülkemiz 43. sırada yer alıyor.

Türkiye son dönemde gerek demiryolu gerek karayolu altyapısına önemli oranda yatırım yapmış görünüyor. Fakat bu yatırımlar altyapı olarak diğer ülkelerin önüne geçtiğimizi, aradaki farkı kapattığımızı kesinlikle göstermiyor. 2000 yılındaki altyapı ile bugünkü altyapı arasında belirgin bir fark olduğu ortada. Bu durum sadece ülkenin geçmişteki hali ile günümüzdeki hali arasında karşılaştırma yapanlar için net bir başarı göstergesidir. Ancak ülkemizin altyapısını özellikle gelişmiş ülkelerle karşılaştırdığımızda ortaya çıkan tabloda aynı başarıyı göremiyoruz maalesef. Daha almamız gereken çok yolumuzun olduğu ortaya çıkıyor.


21 Ocak 2020 Salı

Ekonomi çok mu gelişti? Kriz mriz yok mu?


Bir şeyin varlığını inkâr ederek o şeyi yok edeceğini zannetmek tipik bir yurdum insanı hastalığıdır. Mesela aldığınız bir üründe hata olduğunu asla o satıcıya kabul ettiremezsiniz. Telefonunuzdaki arıza kesinlikle tüketici hatasıdır. Kopya çekerken yakalanan bir öğrencinin ilk yaptığı şey bunu inkâr etmektir. Alkol alan bir sürücü ölçüm cihazında kabak gibi alkollü görünmesine rağmen “valla alkol almadım memur bey” der. Üniversite sınavına hiç hazırlanmamış bir öğrencinin sonuçlar açıklanınca ilk yaptığı şey çalışmadığı yönündeki tüm söylemleri inkâr etmektir. Kısacası karşılaştığımız bütün sorunları yok saymak, kendimizin mükemmel olduğu ön kabulü ile tüm sorunları inkar etmek bizim kronik bir zaafımız.

Türkiye uzun bir süredir orta gelir tuzağına hapsolmuş, üst gelir grubuna çıkabilmesi için gerçekleştirmesi gereken reformları gerçekleştiremeyen bir ülke. Bu durum neredeyse 30 yıldır devam ediyor. 2000 ile 2010 yılları arasında bu geçiş gerçekleşiyor gibi göründüyse de gerçekleşmedi. Hatta bugün orta gelir içerisinde dahi gittikçe geriliyoruz.

Türkiye 2000 yılında dünyanın en büyük 17. Ekonomisi idi (hatta 80'li yıllarda da). Sıralaması zaman zaman değişse de 2017 yılında da 17. idi. 2018 yılında ise 18.liğe ve 2019 da 20.liğe geriledi. Son 20 yılda ülke ekonomisinin en azından diğer ülkeler kadar gelişmediğini hatta diğer ülkelerden daha kötü bir performans sergilediğimizi anlayabiliyoruz. Bu konuda daha detay bir okuma için Mahfi Eğilmez’in bloğunu buradan okuyabilirsiniz. Elbette sadece ülke hasılası refah düzeyini ölçmüyor. Aksi durumda Çin dünyanın en refah ikinci ülkesi olurdu. Fakat kişi başı gelirde durumumuz daha kötü. 2018 verilerine göre kişi başı gelirde 68. ülkeyiz (kaynak). Bu durum aslında hiç de uçup kaçtığımız gibi refah içinde yüzmediğimizi gösteriyor.

Tüik Ciddi Maddi Yoksunluk adı verilen bir istatistik tutuyor. 2006 yılından beri tutulan bu veriler aslında ülkemiz hakkında bize çok net bilgiler veriyor.
Peki ciddi maddi yoksunluk ne demek?
·         Çamaşır makinası
·         Renkli televizyon
·         Telefon
·         Otomobil
·         Beklenmedik harcamalar
·         Evden uzakta bir tatil
·         Kira ya da konut kredisi ödemesi
·         İki günde bir et, tavuk ya da balık içeren bir yemek tüketmek
·         Evin ısınma ihtiyacı

Yukarıda sayılan bu temel ihtiyaçların üç tanesi karşılanamıyorsa maddi yoksunluk, eğer dört tanesi karşılanamıyorsa ciddi maddi yoksunluk olduğu ortaya çıkıyor. 2018 yılında Türk halkının %26,5’i ciddi yoksunluk içinde olduğu ortaya çıktı. Bu oran Avrupa içerisindeki en yüksek rakam. 2019 yılı oranının bundan daha yüksek olacağı da aşikâr. Batıyor dediğimiz Yunanistan’da bile bu oran %16,7.  Daha detay bir bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.

Ülkeler arasındaki gelişmişlik farkını anlamanın bir diğer türü insani gelişmişlik endeksidir. Tüik’in tanımına göre bu endeks insani gelişmenin üç temel boyutu olan “uzun ve sağlıklı bir yaşam”, “bilgiye erişim” ve “insana yakışır yaşam koşulları” kapsamında ele alarak ölçen bir endekstir. Gelirin yanı sıra insani gelişmeyi ölçmeyi amaçlayan gelir dışı göstergeleri de esas almaktadır. İnsani Gelişme Endeksi’nin amacı hem sosyal hem de ekonomik kalkınma için referans olan tek bir istatistiğin yaratılmasıdır.  Tüik verilerine göre Türkiye insani gelişmişlik endeksinde 189 ülke arasında 59.dur.

Uluslararası ekonomik ve sosyal gelişimi ölçen bir diğer gösterge “Daha İyi Yaşam” istatistiğidir. OECD tarafından tutulan bu istatistik,
·         Konut harcamaları
·         Hane halkı geliri
·         İstihdam oranı ve kişisel kazanç
·         Eğitim
·         Çevre
·         Sağlık
·         Yaşam memnuniyeti
·         Güvenlik
gibi başlıklardan oluşmaktadır. Tüik verilerine göre Türkiye 36 ülke arasında 34. sıradadır.
Buraya kadar ülkemizin ekonomik ve sosyal durumunu diğer ülkelerle karşılaştırdık. Mevcut verilerin hiç birisi durumun parlak olduğunu göstermiyor. Diğer uluslararası göstergeler de bu savımızı doğruluyor. Fakat bu kadar gösterge yeterli bence.

Peki ülkemizin son dönemde kendi içindeki gelişimi nasıl? Kendi içinde bir refah artışı söz konusu mu? Bir kriz var mı? Aslında bu sorunun cevabı gayet net. Ülkedeki işsizlik, hayat pahalılığı, kişi başı gelir, sanayi üretim endeksi, konut satış rakamları gibi göstergeler ciddi bir krizde olduğumuzu gösteriyor. Ben burada halk arasındaki terimleri kullanarak sonuca ulaşmaya çalışacağım.


Sen kriz var diyorsun ama herkesin evi var abi.
Bu tespit tamamıyla yanlış. Tüik’in açıkladığı gelir ve yaşam koşulları araştırmalarına göre ev sahipliği oranları aşağıdaki tabloda verilmiştir.

Yıllar
Ev sahipliği oranı
2006
60,9
2010
60
2015
60,4
2016
59,7
2017
59,1
2018
59

Tablo verileri bize çok net bir şey söylüyor. Son 13 yılda Toki ve ucuz konut kredisi gibi tüm konut politikalarına rağmen, mevcut konut stoğundaki ev sahibi oranının artmak bir yana azaldığı görülmektedir.  Bu demek oluyor ki herkes ev almamış. Zaten ev sahibi olan insanlar yatırım amaçlı konut almış.

Tüm avmler ağzına kadar dolu. Millet deli gibi para harcıyor. İnsanlarda acayip para var.     

Yukarıdaki grafikte tekstil elektronik, tıbbi ürünler ve kozmetik gibi birçok alanda yapılan satışları gösteren perakende satış endeksi verilmiştir. 2018’in 1. Ayından başlayıp 2019’un 11. Ayına kadar devam eden grafikte, son 3 aydır bir toparlanma olduğu fakat öncesindeki 20 ayda giderek daralmış bir perakende satış hacmi olduğunu gösteriyor.  
Grafikten anlaşıldığı üzere insanlarda acayip para yokmuş ve herkes deli gibi alışveriş yapmıyormuş. Yani satışlar ciddi oranda azalmış.

Memlekette fakir yok abi. Asgari ücret bile acayip para. 2002 de asgari ücrete bir şey alınmazken şimdi neler alınıyor …..
Aslında tamamen şehir efsanesinden oluşan bu ön kabul ciddi yanlışlar içeriyor. Yukarıdaki bölümde ülkemizdeki insanların %26,5’inin temel ihtiyaçlarının bir bölümünü dahi karşılayamayan ciddi maddi yoksunluk çeken kesim olduğunu ifade etmiştim.  Asgari ücretle ilgili kısım ise daha karmaşık. Öncelikle asgari ücret, işveren tarafından çalışana verilebilecek minimum rakamı gösteriyor. Ve Türkiye’de mevcut asgari ücretin dahi altında çalışan ciddi bir işçi grubu bulunmakta.

Asgari ücrette rakamsal artışın yanında reel bir artış da söz konusu. Yani enflasyon oranından daha fazla artış gerçekleşmiş. Burada asgari ücretin olması gerekenden çok arttığı gibi bir yanılgı ortaya çıkıyor. Tamamen enflasyondan arındırılmış asgari ücret 2002 yılından 2018 yılına %58,4 artış göstermiş. Siyasilerin meydanlarda propaganda yaptıkları yer burası. İyi ama aynı dönemde kişi başı gelir yine enflasyondan arındırılmış şekilde %91,3 artış kaydetmiş. Kısacası asgari ücretli elde etmesi gereken payın çok altında bir pay almış. Hatta onun payını da başkaları almış. Daha detay bilgiye doğruluk payının çalışmasından ulaşabilirsiniz.

Asgari ücretle ilgili bir başka sorun ortalama ücretin her geçen yıl asgari ücrete daha fazla yaklaşması. Tüik’in yayınladığı ortalama ferdi ücretin asgari ücrete oranı 2007 yılında 2,13 iken bu rakam 2018 yılında 1,56’ya gerilemiş bulunuyor. Yani 2007 yılında ortalama ücret asgari ücretin iki katından fazlayken 2018 yılında bir buçuk katına gerilemiş bulunuyor. Buradan iki sonuç çıkıyor. İlk olarak asgari ücretten fazla ücret alanlara yapılan zam asgari ücret zammının altında kalıyor. İkincisi ise giderek daha fazla sayıda çalışan asgari ücrette çalışıyor.

Asgari ücretle ilgili önemli bir diğer gösterge Türkiye’deki ücretle, işgücünün ucuz olduğu ülkelerdeki asgari ücretlerin birbirine oldukça yaklaşması. China Daily’nin haberine göre Çin’in bazı bölgelerinde asgari ücret 364 dolar civarına kadar yükseldi. Daha detaylı bilgi için Disk 2020 asgari ücret raporuna bakabilirsiniz.

Sonuç olarak, maalesef Türkiye iddia edildiği gibi kalkınmış, gelişmiş ülkelere yetişmiş hatta onları geçmiş bir ekonomi değil. Ekonomik ve sosyal olarak gelişmiş ülkelerin gerilediği hatta battığı gibi söylemler de popülizmden öteye gitmiyor.  Türk ekonomisi elbette bir gelişim içinde. Belli alanlarda elbette bir ilerleme kaydediliyor. Fakat bu ilerlemelerin hiçbirisi bizden daha iyi konumdaki ülkeleri yakalamamıza yetmiyor. 2000 yılında dünyanın en büyük 17. ekonomisi iken, (bize göre yapılan bunca yatırıma rağmen) 2019 yılında en büyük 20. ülke konumundayız. Ülke hasılasının dışındaki göstergelerde ise bundan çok daha kötü bir görüntü sergiliyoruz. Uyguladığımız politikaları gözden geçirmemizin şart olduğu ortada.

Ülkenin son yıllarda bir krizde olduğu, kriz öncesi dönemde ekonomik olarak elde edilen gelirin alt tabakaya yansımadığı görülüyor. En zengin %20’nin aldığı payın, 2010 yılında %44,9 iken 2018 de %46,8 olması bunun bir diğer göstergesi. Ne konut satışı ne gelir artışında alt gelir grubunun refahını artıran bir unsur maalesef görünmüyor.