Boğaziçi’ne yapılan rektör
ataması ve sonrasında yaşananlar herkesin malumu. Olayın siyasi ve ideolojik birçok
yönü bulunmakta. Fakat temelde üniversite rektörü, dekanı ve bölüm başkanının
siyasi irade tarafından atanması 1980 darbesinin yansımasıdır. Ve olması
gereken üniversitelerin tamamen özerk olması ve Yök boyunduruğundan
kurtarılmasıdır. Ancak sorunlar sadece rektör ve atanmasıyla bitmiyor. Bu meseleleri yazmak elbette ki benim haddime değil. Ülkemizde çok kaliteli
eğitimciler ve uzmanlar mevcut. Ancak çoğunluk sustuğu için haddi aşmak ve birkaç kelam etmek gerek sanki.
Öncelikle, tabi ki siyaset tarafından
atanan ilk rektör Melih Bulu değil. Hatta Boğaziçi Üniversitesine
atanan ilk siyasi rektör de değil. Üniversite bileşenlerinin söylemine göre,
üniversitenin içinden olmayan birinin atanmasını istemiyorlarmış. Bugüne kadar
diğer üniversitelere yapılan atamaları, onlarca akademik usulsüzlüğü
umursamayan bu grup sıra kendilerine geldiğinde feryat ettiler. Sorun şu ki
sıra onlara geldiğinde onları destekleyecek kimse kalmamıştı akademide. Aynı
örneği barolarda görmüştük. Ülkedeki yüzlerce hukuksuzluk karşısında birkaç
mırıltının dışında ses çıkarmayan barolarımız mesele baroların bölünmesine
geldiğinde müthiş bir gürültü kopardı. Kısacası ülkedeki tüm kişi ve kurumlar
bana dokunmaya yılan bin yaşasın mantığında ve kendisine doğrudan etki etmeyen
tüm olaylara karşı duyarsız ya da çok az duyarlı. Gel gelelim onların
duyarsızlığı yaşanan durumu normalleştirmiyor. Yapılan yanlışı düzeltmiyor. Kısacası kayyum rektöre tabi ki karşıyım.
Akademideki sorunlar temelden başlayıp zirveye kadar ulaşıyor. (Not: Bu yazılanlardan bazı kişi ve kurumlar istisnadır) Önce en temelden başlamak gerek sanırım. Ülkemizin ekonomik potansiyeli belli. Yükseköğretim mezunu genç sayısı da tıpkı herhangi bir mal ve hizmet gibi bir arz ve talebe sahiptir. Üniversitelerimiz aşırı sayıda ve kalitesiz mezun veriyor (çok sayıda ve kaliteli olsa zaten bu durumda olmazdık). Bir de buna ekonomik durgunluk eklenince durum içinden çıkılmaz halde. Fakültelerde verilen derslerin içerikleri yetersiz, akademik personelin kalitesi çok düşük, kaliteli olanın da eğitim umurunda değil. Tüm dersler vize ve final puanı için işlenir. Hocalar sınavda sorabileceği şeyleri anlatır. Sınavdan sonra tüm bilgiler unutulur. Neden sonuç kurgusundan ve analitik bakış açısından yoksun öğretim sistemimiz. Velhasıl zaten lisans eğitiminin berbat olduğu konusunda herkes hem fikir. Bu konuyu uzatmak yersiz.
Geleceğin akademisyenini
yetiştirecek ve bir konuda uzmanlık kazandıracak yüksek lisans ve doktora
programlarının durumu da içler acısı. Lisansüstü eğitime ales+yds+not
ortalaması+bilim sınavı ile öğrenci alınıyor. Zurnanın zırt dediği yer bilim
sınavı. Aşırı göreceli, eşitlikten uzak ve çoğunlukla mülakat olan bu
sınavlarda kontenjanlar hep adrese teslim oluyor. Buraya 4 farklı torpil
haberini bırakayım. Bunun gibi yüzlercesi var 1, 2,3,4.
Ales puanı çok yüksek iyi dil bilen birçok aday elenirken abuk adaylar
sıralamaya giriyor. Tezsiz yüksek lisans programları ise artık belediyelerin
verdikleri sertifika programları gibi oldu. Çoğu okulda yüksek lisans
programlarında ders anlatılmıyor. Çalakalem sınavda sormak için anlatılan ufak
tefek şeylerin dışında bom boş bir yıl geçiyor. Öğrenciler bir şekilde dersleri geçiyor
ve teze başlıyor. Bu konuda ise durum daha vahim çünkü para ile tez yazan yüzlerce
şirket var. Bir
araştırmaya göre yazılan tezlerin 3 de biri parayla yazdırılıyor. Kalitesi
düşük intihali yüksek paralı bu tezler her yerde. Başta belirttiğim gibi istisnaları
bir kenara bırakırsak, öğrenci tezi kendisi dahi yazsa, özgünlükten uzak, kopyala yapıştır ya da
değiştir yazlardan oluşan bir tez söz konusu.
İşte doktora öğrencilerinin çok büyük kısmı bu yüksek lisans öğrencilerinden oluşuyor. Peki torpille girişi bir yana bırakırsak orada işler nasıl? Lisans düzeyinde kitaplar ve ders anlatımıyla biraz ilerleniyor. Çoğu okulda ders dahi işlenmeden birkaç ödevle dersler bitiriliyor. Doktora yaptığı alanda çok az bilgi sahibi olan, o alandaki temel kitapları dahi okumamış, yeterlik sınavından önce sadece sınavı geçmek için çalışıp sonra unutmuş doktora öğrencileri. Göstermelik yeterlik sınavları, çalakalem yazılan hatta parayla yazdırılan tezler… İşte bu şartlarla mezun olan ya da olacak olanlar, mevcut akademisyenlerimiz ya da geleceğimizin akademisyenleri. Başta da dediğimiz gibi birkaç üniversite bu kapsamın dışında.
Akademisyen olurken yüksek
lisans ve doktorayı olması gerektiği gibi bitirip torpilsiz atanmış olduğunu
farz edelim ve sorunlara öyle bakalım. Öncelikle inanılmaz bir dil problemi var. Ve İngilizce bilmeden de
akademisyen olunacağı iddiası sürekli konuşuluyor. Eğer alanınız Türk dili,
Türk hukuku gibi asıl kaynakların Türkçe olduğu bir alan değilse dil bilmeden
akademisyen olmak mümkün değil. En azından okuduğunuzu anlamanız gerek.
Örneklendirecek olursak; benim alanım iktisat ve Türkçe yazılmış çok az iktisat
kitabı ve makalesi var. Çoğu kült kitabın tercümesi yok ve olanların çoğu kötü.
İngilizce (bazı branşlarda farklı dil) kaynaklar yerkürenin tamamı ise Türkçe
kaynaklar sizin apartman daireniz gibi. Kısacası dil bilmeden bilim dünyasını anlamanız ve takip etmeniz
olanaksız. Hele ki uluslararası makale yayımlamak için sadece okuduğunu anlamak
değil aynı zamanda o dili kullanabilmek de gerek, hem de iyi bir şekilde.
Hocalarımızın hakemli makale,
uluslararası hakemli makale, kitap ve atıf vb göstergeleri facia. Mesela 68
rektörümüzün hiç uluslararası yayını yok (kaynak).
Üstelik kitap diye basılan şeyler basit birer derleme ya da konuyla ilgisiz
bilgiler içeren tuğla. Belki yarısı belki daha fazlası bu durumda. Akademide ve
hatta twitterda hocalar kendi aralarında paslaşıyorlar. Her biri bir diğerine
sürekli atıf yapıyor. Çoğu hocamızın makaleleri hep aynı dergilerde basılıyor. Velhasıl
bilimsel içerik üretmekten uzak bir akademisyen yapımız var (kaynak).
Çok ama çok kıymetli hocalarımız ise (ki artık çoğunluk değiller) türlü
haksızlıklar, kötü yönetim ya da başka sebeplerle yurt dışına gidiyor, özel
sektöre geçiyor ya da işine küsüp üretmeyi bırakıyor. Mücadeleye devam
edenlerine selam olsun. Öğrenci yetiştiren hoca ise çok az. Bu konuyu daha
önce yazmıştım. Tekrar bu konuya girmek istemiyorum.
Tabi ki burada tüm akademinin
sorunlarını tek çırpıda yazacak değilim. Ufak bir Google araştırmasıyla hepsi
görülebilir zaten. Peki benim çözüm önerim nedir? Bunları tek tek
sıralayacağım. Elbette çoğu zaten sürekli konuşulan öneriler. Tabi ki benim
eklemelerim de mevcut.
Öncelikle YÖK
denen ve her dönemde muktedir olanın sopası olmaktan başka işlem görmeyen kurum
kaldırılmalıdır.
Üniversiteler
kendi rektörlerini ve senato üyelerini, fakülteler dekanlarını ve bölümlerde
bölüm başkanlarını seçmelidir. Ve bir kişi en fazla 2 kez seçilebilmelidir.
Üniversiteler
Sayıştay’ın denetimine tabi şekilde, idari, mali ve bilimsel olarak özerk
olmalıdır.
Mevcut 131 kamu üniversitesinin en az yarısı kapatılmalıdır. (Öğrencisi
olmayan bölümler, ihtiyaç duyulmayan meslekler, boşa harcanan kaynaklar…)
Bu kurumlara harcanan paralar diğer üniversitelerde kullanılmalıdır.
Özel
üniversitelere çok sıkı kurallar getirilmeli, apartman üniversiteleri ve
başarılı olmayan üniversiteler derhal kapatılmalıdır.
Açık öğretim
fakülteleri derhal kapatılıp mevcut yapıları meslek edindirme kurslarına
dönüştürülmelidir.
Meslek yüksek
okulları üniversitelerin bünyesinden çıkarılmalı tamamen işgücü piyasasına göre
eleman yetiştiren yapıya bürünmelidir.
Tıp
fakülteleri üniversite bünyesinden ayrılmalı, diğer sağlık bilimleri ile
(hemşirelik, eczacılık vs) birlikte üniversite statüsünde tıp akademileri
oluşturulmalıdır. (Böylece tıp fakültesinin ardına saklanan çoğu üniversitenin
aslında bilim üretmediğini de göreceğiz.)
Mezun planlaması
yapılmalı ve kontenjanlar buna uygun olarak düşürülmelidir. (Eğitim fakülteleri,
İİBF, ilahiyat başta olmak üzere)
Akademisyenlere
H endeksine benzer bir endeks getirilmeli, prof. Doç. ve dr. Olabilmek için
endeks şartı getirilmelidir. Bu koşul şu an mevcut tüm akademisyenlere de objektif
uygulanmalıdır ve sözde akademisyenler derhal üniversitelerden temizlenmeli, ünvanları düşürülmeli ya da tamamen alınmalıdır.
Unvan elde
edildikten sonra ise, elde tutabilmek için yayın şartı olmalıdır.
4 beceride bir
yabancı dili bilmeyen akademisyen doç. olamamalıdır.
Akademisyenlerin
üretkenliği ile orantılı maaş ödenmelidir.
Öğrenci sayısı
ile akademisyen sayısı arasında oran kurulmalı akademisyenlerin ders yükü
azaltılmalı ve ders yükü ile orantılı bir maaş ödenmelidir.
Yüksek lisans
ve doktorada bilim sınavı ve mülakat kaldırılmalı, ortalama+ales+yds üzerinden
alım yapılmalıdır.
Alesi 70 YDS
si 80 altı olan adaylar doktoraya kabul edilmemelidir.
Alan dışı
girişler için bilimsel hazırlık, yüksek lisans ve doktorada ise normal dersler
gerçek anlamda bu seviyeye uygun olmalıdır.
Lisansüstü
programlarda ileri okumalar ve makale yazımı ön planda tutulmalıdır.
Doktora
yeterlik sınavı ve mülakatı tüm üniversiteler için ÖSYM tarafından yapılmalıdır.
Doktora
tezleri sadece intihal programıyla değil bir komisyon tarafından didik didik incelenmeli
özgün olmayan tezler iptal edilmedir.
Lisans ve
lisansüstü bütün programlarda devam zorunluluğu olmalıdır (en az %75).
Tüm programlar
tıpkı özel üniversiteler gibi ücretli olmalı başarı koşulu sağlanırsa (mesela
%70) tam burs şeklinde ücretsiz olmalıdır. Ve tüm sınavlar klasik usulde olmalıdır.
Lisans öğrencilerinden
başarılı olanlara (mesela %10) başarı bursları verilmeli başarı teşvik
edilmelidir.
Atılma
koşulları aynen devam etmeli ve af tamamen kaldırılmalıdır.
Son olarak materyaller ve müfredat güncellenmelidir.