27 Nisan 2025 Pazar

Öncü Göstergeler Ne Diyor? Ekonomi Nereye Gidiyor?

Finera olarak Türkiye Ekonomisine dair en önem verdiğimiz veri gruplarından birisi de öncü göstergelerdir. Her ne kadar anket yoluyla derlense de, TÜİK tarafından uzun süredir aynı metodoloji ile yürütülüyor olması, ekonominin tüm kesimlerine uygulanması ve birçok alt kırılımı olması bu veri grubunu bizim için hayati önemli kılıyor.

Şekil 1. Tüketici ve Reel Kesim Güven Endeks

Yukarıdaki grafikte tüketici ve reel kesim güven endekslerine ait grafik gösteriliyor. 100 değerinin nötr, 100 üzeri değerinin pozitif ve 100 altı değerin negatif olduğu endekslerde tüketici güveninin uzun süredir negatif bölgede olduğu görülüyor. Reel kesimde ise 2024 Temmuz, Ağustos ve Eylül aylarında negatif bölgeye inmiş sonrasında tekrar toparlanma göstermişti. Tüketici endeksinin alt kırılımlarını incelediğimizde yarı dayanıklı ve dayanıksız tüketim malları talebi dışında hiçbir verinin pozitif olmadığı anlaşılıyor. Reel kesimde ise ihracat siparişleri ve üretim hacmi pozitif seyrediyor. İstihdam, toplam sipariş ve genel gidişat görünümü ise bir hayli sorunlu alanlar.

Şekil 2. Perakende ve Hizmet Güven Endeksi

 

Hizmet ve perakende tarafında ise işler uzun süredir yolunda. Bunu 100 nötr değerinin hep üzerinde yer alan bileşik endeksten görüyoruz. Endeks alt kırılımlarını incelediğimizde ise üretimden, istihdama kadar birçok başlıkta beklentilerin pozitif olduğu göze çarpıyor.

Değerlendirme ve Geleceğe Dönük Sinyaller

Güven endeksleri analizimizde öne çıkan ilk unsur, 19 Mart siyasi krizinin tüm ekonomik kesimlerde beklentileri olumsuz etkilemesi. İmalat sanayinin, ekonominin temel dinamosu olmasına rağmen, mevcut beklentilerinin iyimser bir tablo çizmediği açıkça görülüyor. Kapasite kullanım oranları ve Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI) verileri de bu görüşü destekler nitelikte. İhracat siparişleri ve üretim hacmi şu an için olumlu bir seyir izlese de, iç siparişler ve genel ekonomik gidişata dair endişeler devam ediyor.

Tüketici cephesinde ise beklentiler oldukça karamsar bir durumda. Tüketiciler, tasarruf eğilimleri, harcama iştahları, mevcut ekonomik durum değerlendirmeleri ve geleceğe yönelik maddi beklentileri açısından hiçbir olumlu sinyal vermiyor. Bu durum, iç talebin geleceği açısından önemli bir risk unsuru olarak değerlendirilebilir.

Ancak, hizmet ve ticaret sektörlerindeki beklentilerin "oldukça" pozitif olması dikkat çekici bir nokta. Bu sektörlerdeki tek olumsuz beklenti, yakın dönemde fiyatların artacağı yönünde (yani enflasyon beklentisi). Bunun dışında satışlar, siparişler ve istihdam gibi temel başlıklarda herhangi bir sorun öngörülmüyor. Bu durum, ekonominin bir dengesiz büyüme modeli sergilediğini işaret ediyor olabilir.

Sonuç: Kırılgan Denge ve Belirsizlikler

Öncü göstergelere bütüncül bir bakış açısıyla yaklaştığımızda ve elde ettiğimiz bulguları diğer analizlerimizle birleştirdiğimizde şu temel çıkarımlara ulaşıyoruz:

1. Ekonomi Üretim Dinamiklerini Kaybediyor: İmalat sanayindeki zayıf beklentiler ve diğer olumsuz göstergeler, ekonominin üretim odaklı büyüme potansiyelinde bir gerileme yaşandığına işaret ediyor. Buna karşılık, hizmet ve ticaret sektörlerindeki canlılık, ekonomik aktivitenin bu alanlar üzerinden sürdüğünü gösteriyor. Bu durum, uzun vadede sürdürülebilir bir büyüme modeli açısından soru işaretleri yaratmaktadır.

2. Tüketici Cephesinde Ayrışma Belirginleşiyor: Düşük tüketici güven endeksine rağmen hizmet ve perakende sektöründeki canlılık, tüketici harcamalarında belirgin bir ayrışmaya işaret ediyor. Yüksek gelir grubunun harcama eğilimini koruduğu, diğer gelir gruplarının ise ekonomik belirsizlikler nedeniyle daha temkinli davrandığı söylenebilir. Bu durum, gelir dağılımındaki eşitsizliklerin ekonomik aktivite üzerindeki etkisini gözler önüne seriyor.

3. 19 Mart Sonrası Beklentilerde Genel Bir Bozulma Yaşanmış: Siyasi gelişmelerin ekonomik aktörlerin beklentileri üzerindeki olumsuz etkisi net bir şekilde görülmektedir. Bu durum, ekonomik karar alma süreçlerinde belirsizlik algısının arttığını ve öngörülebilirliğin azaldığını göstermektedir.

Özetle, Türkiye ekonomisi öncü göstergeler ışığında kırılgan bir denge sergilemektedir. Üretim sektöründeki zayıflık ve tüketici güvenindeki düşüş, ekonomik büyüme üzerinde aşağı yönlü riskler oluştururken, hizmet ve ticaret sektörlerindeki canlılık bu riskleri kısmen dengelemektedir. Ancak, 19 Mart sonrası yaşanan beklenti bozulması, ekonomik toparlanmanın önünde önemli bir engel teşkil etmektedir. Önümüzdeki dönemde ekonomik politikaların bu kırılgan dengeyi nasıl yöneteceği ve beklentileri yeniden olumluya çevirip çeviremeyeceği kritik önem taşıyacaktır.


13 Nisan 2025 Pazar

Türk Sanayisinin Kırılganlığı

 Giriş

Finera olarak, 19 Mart’taki siyasi krizin ardından Türkiye genelinde 50’ye yakın sanayi şirketiyle görüşme fırsatı bulduk. Bu şirketler arasında savunma sanayinden yedek parçaya, makineden plastiğe, tekstilden ana metale kadar pek çok sektörden paydaşımız yer alıyor.

Trump döneminde yaşanan yoğun belirsizlik ortamı ile 19 Mart sonrası borsada meydana gelen çöküş ve finansal dengelerin bozulması, reel sektörde sanılandan çok daha derin etkiler bırakmış durumda. Görüştüğümüz her şirket ve her sektörde üç temel sorun öne çıkıyor:

  1. Maliyetler yüksek,
  2. Gelir artışı sınırlı,
  3. Çin’le rekabet edilemiyor.

Uzun süredir bu sorunlara bültenlerimizde yer veriyoruz. Ancak son saha ziyaretlerimizde dikkat çeken iki yeni gelişme öne çıktı:

Birincisi; büyük hacimli iş yapan ya da aynı ürünü yıl içerisinde tekrar tekrar satan bazı şirketlerin, üretimi geçici olarak azaltarak veya durdurarak talebi toplulaştırdığı ve bu üretimi Çin’e kaydırmaya başladığı.
İkincisi ise; Çin’de daralan iç talep, ihracat kısıtları ve küresel belirsizlikler nedeniyle birçok Çinli KOBİ zorluk yaşamaya başlamış durumda. Bu süreçte bazı Türk şirketlerinin, zor durumda olan bu Çinli firmaları satın alma veya ortaklık kurma yönünde adımlar attığını gözlemledik. Hatta döküm sektörü gibi geleneksel sanayi alanlarında bile benzer hedeflerin konuşulduğuna şahit olduk.

Elbette bu tablo bizim açımızdan üzücü. Ancak şirketlerin finansal sürdürülebilirliklerini koruyabilmek için bu tür adımları değerlendirmek zorunda kalmaları da bir gerçek.

Uzun süredir vurguladığımız üzere Türkiye’nin bir sanayi politikası (hatta herhangi bir ekonomi politikası) bulunmuyor. Etkin bir sanayi politikası uygulamak içinde Türkiye’de sanayi yapısını ve özelliklerini incelemek gerekiyor.

Türkiye’nin Mikro Ölçekli Sanayi Yapısı

Türkiye’de imalat sektöründe faaliyet gösteren işletmelerin %90’dan fazlası mikro ve küçük ölçeklidir (TÜİK, 2023). Bu işletmeler, kitle üretimi yerine daha az adetli, özelleştirilebilir, müşteri ihtiyaçlarına göre uyarlanabilen ürünler sunmaktadır. Bu esneklik, küresel tedarik zincirlerindeki değişimlere hızlı adaptasyon kabiliyeti kazandırmakta ve niş pazarlara ihracat yapmayı kolaylaştırmaktadır (Öztürk, 2020).


İhracat Çeşitliliğine Etkisi

Yukarıda verilen görselde de görüldüğü üzere, Türkiye hem ihracat yapılan ülke sayısı hem de ihraç edilen ürün sayısı bakımından yüksek bir çeşitliliğe sahiptir. Bu durum, mikro ölçekte üretim yapan firmaların farklı pazarlara özel ürünler üretebilme kapasitesiyle doğrudan ilişkilidir. Esnek üretim hatları ve düşük sabit maliyetler, bu firmalara hızlı ürün döngüleri ve piyasa giriş esnekliği sunar.

Büyük Ölçekli Üretim Yapıları

Buna karşın büyük ölçekli üretim tesisleri, özellikle küresel şoklar, tedarik zinciri aksamaları ve finansal dalgalanmalarda daha kırılgan hale gelmektedir. Ayrıca, büyük tesislere parça veya hizmet sağlayan fason üreticiler, ana üreticinin daralmasıyla birlikte ani talep kayıplarına maruz kalmaktadır. Bu da iş güvencesizliği ve kapasite kullanım oranlarında dalgalanmalara yol açmaktadır.



Trump Tarifeleri ve 19 Mart Krizinin Sonuçları

Trump dönemiyle başlayan gümrük tarifeleri ve 19 Mart siyasi krizinin şirketler üzerindeki etkileri, oldukça farklı boyutlarda kendini göstermektedir. Özellikle finansal kaldıraç oranı yüksek olan şirketlerin, Merkez Bankası'ndan (TCMB) beklediği faiz indirimlerine büyük ölçüde bel bağladığı; ancak faiz indirimlerinin ötelenmesinin bu şirketlerde ciddi tahribatlara yol açtığı gözlemlenmektedir. Buna karşın, finansal yapısı güçlü olan şirketlerin en büyük temennisi, mevcut belirsizlik ortamının 2026 yılına kadar uzamamasıdır. Görüştüğümüz neredeyse tüm şirketler 2025 yılını “kayıp yıl” olarak değerlendirmektedir. Sadece savunma sanayi şirketlerinin Avrupa’da önemli girişimlerde bulunduğu ve bu sektörde 2025’e yönelik iyimser beklentilerin hâkim olduğu görülmektedir.

Döviz kuru konusu ise bir diğer önemli sorun alanı olarak öne çıkmaktadır. Tüm paydaşlar, yüksek enflasyonun kalıcılığına ve döviz kurunun enflasyonun oldukça gerisinde kalmasına yönelik ciddi şikâyetler dile getirmektedir. Bu konuyu daha önce kapsamlı biçimde ele aldığımız için burada tekrar detaylandırmıyoruz.

Trump tarifelerinin Türkiye’ye fayda sağlayabileceğini düşünen tek sektör, savunma sanayi gibi görünmektedir. Diğer birçok şirket ise üretimlerinin bir bölümünü ya da tamamını Çin’e kaydırma eğilimindedir. Çin’de iç tüketimin azalması, küresel ticaretin gerilemesi ve ABD tarifeleri nedeniyle önemli bir üretim fazlası bulunuyor. Hatta bazı firmalar, Çin’de faaliyet gösteren şirketleri satın alma yönünde ciddi planlar yapmaktadır.

Son olarak, grup şirketlerinin hizmet ve ticaret sektörlerine daha fazla ağırlık vermeye başladığını ve birçok sanayi şirketinin ürün çeşitliliğini azaltma yönünde kararlar aldığını gözlemledik.

Tüm bu gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde, Türkiye’de ihracat odaklı çalışan küçük ve orta ölçekli işletmelerin (KOBİ’lerin), esnek üretim yapıları sayesinde görece daha az sorun yaşayacağı öngörülmektedir. Ancak yüksek kapasiteli üretim yapan büyük tesislerde, küresel konjonktürün ve Çin’in agresif üretim stratejilerinin ciddi riskler doğurduğu açıktır.