Bugün 22 aralık 2021 ve çok önemli üç günü geride bırkatık. Son yazımdan sonra bir süre ara vermek istemiştim ki bu gündemi tarihe not düşmemek olmazdı.
20 aralık günü akşam saatinde
(piyasalar kapalıyken) Cumhurbaşkanı Türk Lirasını özendirme paketini açıkladı(Kamu bankalarınında tazyikiyle kur dip seviyeye indi). Pakette asıl önemli 2 madde var. Nedir
bu maddeler?
Döviz bozup TL mevduat hesabı açan ya
da döviz bozmadan TL mevduat hesabı açanlara, faiz geliri kur getirisinden
aşağıda kalırsa aradaki farkı Merkez Bankası ya da Hazine ödeyecek.
İhracat ve ithalatçılar mevcut kur üzerine
ödeyecekleri belli faiz ile ileri vadeli döviz alabilecekler.
Öncelikle şunu belirtmek gerek, demek
ki kur ister 30 ister 40 lira olsun bizi etkilemez değilmiş, etkiliyormuş.
Dolar kaç olursa olsun banane diyen insanımız kur düşünce davulla zurnayla
kutlama yaptı. TL varlıkların getirisinin artacağını söylemek bile kuru
düşürücü etki yaratabiliyormuş yani kuru yükselten dış mihraklar değilmiş. Kur düşünce
otomobil fiyatları, akaryakıt, yem fiyatlarında bir miktar düşüş oldu düşüş sabit kalırsa devamı da gelecektir. Demek ki
fiyatları artıran aç gözlü stokçular şerefsiz insanlar değil kurun kendisiymiş.
Model tanıtıldı, adını da Türkiye
Ekonomi Modeli koyduk. Yeni ekonomik program, yeni model ve milli model üçlemesi
tarih olunca başka bir isim bulmak gerekti.
Önce kısa bir hafıza tazelemesi
yapalım sonra konuyu ele alırız. Bir sürü siyasi çalkantı yaşasa da Türk
ekonomisi mart 2018’e kadar kur, faiz ve enflasyon yönünden bir denge
halindeydi. Bu tarihte ABD’li rahip Brunson müebbet hapis cezası aldı. Bu
durumu iç siyaset malzemesi haline getiren Amerika başkanı Trump rahibi almak
için baskı yapmaya başladı. Birçok siyasi tartışmadan sonra Erdoğan “bu fani bu
görevde olduğu müddetçe rahibi alamayacaksınız” dedi (video için buraya bakabilirsiniz).
Bu restleşme sonucunda kur inanılmaz bir yükselme yaşadı. 3-4 lira arasında
gidip gelen kur 7 lirayı gördü.
Sonrasında tabi rahibi gönderdik.
Karşılığında hiçbir şey almadan. Ülke
risk primimiz çok yükseldi reel faizler yükseldi. Olması gereken, Merkez
Bankasının faiz artışı ile, risk priminin düşürmek, yabancı para girişi sağlamak ve kuru
sakinleştirmekti.
Bu dönemde yerel seçimlere bir yıldan
az süre kaldığı ve faiz artışı istenmediği için dönemin Maliye Bakanı Yeni
Ekonomi Programını tanıttı. Detayları uzun olmakla birlikte kısaca; faiz artmayacak,
kur düşecek, risk primi düşecek, istihdam üretim artacak vs vs vs. Ekonomiden
anlayanlar bunun olmayacağını söylemişti fakat garip bir şekilde faiz artmadı,
kur düştü. Sonradan anlaşıldığı üzere bu parlak! fikrin ardında Merkez Bankası
rezervlerinin satılması varmış. Yaklaşık
130 milyar$ olan bu rezerv, piyasa mekanizması ile değil kamu bankaları aracılığıyla
cayır cayır satılmış. Bir süre inkar edilse de sonunda herkes birer birer
itiraf etti. Kimi paranın halkta olduğunu söyledi, kimi pandemide
kullanıldığını. Rezerv bittiği zaman seçim geride kalmıştı. 130 milyar dolar
nasıl büyük bir para biliyor musunuz? Hani önceki gün doları %40 düşüren döviz
satışı var ya tam 7 lira düşüren, işte o düşüş için toplam 1,7 milyar dolar
bozduruldu. İşte o paranın tam 77 katı.
Rezerv bittikten sonra kuru tutmanın
tek yolu faiz artışıydı. Tabi bunu yapmadık. Yeni ekonomi programından sonra daha
yeni ekonomi programına geçtik. Adını da rekabetçi kur koyduk. Bu yolla ihracat
artacak, ithalat azalacak yeni bir denge oluşacaktı. Berat Albayrak'ın meşhur “dolarla mı maaş
alıyorsunuz ee o zaman size ne” cümlesi bu dönemdeki kur artışına rastlar. Kur
artışı öyle bir baskı yarattı ki sadece faiz artışı yeterli olmayacak duruma
gelindi. Çünkü mevcut bakan ve Merkez Bankası başkanının kredibilitesi
bitmişti.
Maliye Bakanı istifa etti. Merkez
Bankası başkanı görevden alındı. Yerlerine Lütfi Elvan ve Naci Ağbal atandı.
Ekonominin içinden birilerinin atanması piyasaları memnun etmişti. Faiz artışı
yapıldı, kur düştü, borçlanma faizi düştü. (Uzun uzun burada yazmayacağım yazının
konusu değil fakat Merkez Faiz artırınca borçlanma faizi neden düşer, faiz
düşürünce neden artıyor için buraya
bakabilirsiniz.) Bu dönemde Cumhurbaşkanı, piyasadaki sıkıntıların farkındayız
gerekirse acı ilacı içecek ve bu enflasyon belasından kurtulacağız dedi (videosu
için buraya
bakabilirsiniz). Faiz artışı acı ilaçtır gerçekten de. Faiz artışı, hızla
yapısal reform yapıp işleri yola koymak için size zaman kazandırır, çözümün
kendisi değildir.
Tabi hükümetin yapısal reformların
zorunlu olduğu gibi bir düşüncesi yoktu ve bu durumu sürdürmedi. Önce
Merkez Bankası Başkanı kovuldu, sonra Maliye Bakanı pasifize edildi ve “Milli
Ekonomi Modeli” duyuruldu. Bu modelde faizler düşecek, TL değer kaybedecek,
ihracat cazip olacak ithalat çok pahalanacak (tabi fiyatlar artacak) ve cari açık
kapanacaktı. Bu amaçla art arda faiz indirimleri yapıldı. Kur patladı, ithalat
çok pahalılaştı, ihracat kıpırdamaya başlamışken bir şey fark edildi. İhracat bir
miktar artıyordu artmasına da ülkedeki birçok hammadde ve ara madde ithaldi
hatta birçok tüketim maddesi ithaldi. Kurdaki bu patlama tüm malların fiyatlarını
yükseltti ve enflasyon sıçradı. Bu süre zarfınca tüm eleştirilere kulak tıkandı,
TL değer kazanmalı batıyoruz diyenler mandacı ilan edildi. Fiyat artışları
stokçuların, kur patlaması dış mihrakların suçu sayıldı. Gerekirse soğan ekmek
yiyecektik fakat TL’nin değerini düşürüp ihracatı artıracaktık. Ne olduysa bu
karardan da 20 aralık tarihinde vazgeçildi.
Buraya kadar olan kısa özeti neden
anlattım. Sürekli bir model deniyoruz başarısız oluyor. Model uygulanırken
başarısız olacağını söyleyenler hain oluyor. Yeni model duyurulunca, bir önceki
modelin yanlışlarının bir kısmı bir başka yanlışla düzelince büyük bir başarı yaygarası kopuyor.
Gelelim Türkiye Ekonomi Modeline. (Yeni Maliye Bakanı'nın modeli)
Burada çok temel 2 durum var Refet hocanın
dediği üzere. İsteyen hocanın videosunu buradan izleyebilir. Nedir
bu durum? 1. Dövizin artmadığı, TL’nin değer kazandığı, istikrar oluşan pembe
tablo. 2. Kurun yükseldiği hazine ve TCMB’ye inanılmaz yük bindiği vatandaşın kursağından
sökülüp alınan vergilerin zenginlere gittiği kara tablo.
Model özetle şu şekilde, dövizi
olanlar ya da TL mevduat açmak isteyenler bankaya gidecek parasını faize
yatıracak. Eğer elde ettikleri faiz döviz artışından az ise aradaki fark, döviz
bozdurup katılanlar için Merkez Bankasından, direk TL ile katılanlar için
Hazine’den ödenecek. Bankaların mevduata verebileceği faiz politika faizinden
az olamayacak yani %14’ten. Örnek verelim. 100 liranızı altı aylığına bankaya
yatırdınız. Bu sürede yıllık %14 faizin yarısını yani %7’sini alırsınız. Bu
süreç içinde dolar %30 değer kazanırsa banka size 7 TL ödeyecek 23 lirası TCMB
ya da hazine tarafından size ödenecek. Yani daha yüksek faiz geliri elde etmiş
gibi olacaksınız. Döviz düşer ya da aynı kalırsa %7 faiz geliri elde
edeceksiniz. Yeter ki dolar alma kur yükselmesin.
Nasıl ya bir dakika! Üretimi,
yatırımı, iş büyütmeyi bir kenara bırak paranı bankaya yatır en az kur kadar kazanacaksın
demek bu. Hani paradan para kazanma dönemi bitmişti? Hani faiz lobileri kan
ağlayacaktı? Hani artık üretim yatırım istihdam dönemiydi? Biz bu doları bilerek yükseltmedik mi? İhracat
artacaktı ithalat düşecekti, cari açık kapanacaktı vs. Ne oldu da yeter ki
döviz alma döviz düşsün, boşver yatırımı falan, paranı mevduata yatır keyfine
bak durumuna geldik? Daha geçen hafta aç kalırız ama bu yoldan dönmeyiz demedik
mi?
Peki getiri metiri tamam da bu olayın özü
ne? Özü şu, TCMB faiz artırdığında söylediği şey şudur “TL cinsinden finansal
araçların getirisi artacak”. Politika faizi 1 haftalık repo faizidir ancak
iması budur. Biz bunu faiz artışı yoluyla değil de kur garantisi yoluyla söylemiş
olduk. TL araçların getirisinin artacağı haberi kurdaki artışı durdurdu bir
miktar da geriletti. Bu yıl için hala çok yüksek olsa da en azından bir miktar
toparlanma oldu. Sene başında 7,5 olan dolar şu anda 12-13 arası dalgalı. Bir
önceki model olan Milli Ekonomi Modeliyle 7,5 liradan 18 liraya çıkan dolar,
Türkiye Ekonomi Modeli’yle 18’den 12-13 arasına inmiş oldu. Bu bir başarı mı?
Başarı anlayışınıza bağlı fakat bence başlangıç için hiç de fena değil.
Şimdi modelin sorunlarına geçelim. Bir
sıhhi tesisat düşünün. Bu tesisat tamamen sorunluysa ve bir yerlerden patlak
vermişse, sizin de tamamını yenilemeye vaktiniz ve imkânınız yoksa, zaman
kazanmak için tamirat yaparsınız. En güçlü tadilat en sorunlu parçaların
değişmesidir. Bu durum tesisatın değişmesi gerektiği gerçeğini değiştirmez, önemli
bir zaman kazandırır ancak maliyeti vardır. Bu tadilattan sonra tüm tadilatlar,
yama macun vs sorunludur. Bugün yaparsın yarın bozulur. Hatta başka şeylere de
zarar verir, duvarı deler, sıvayı patlatır, sızıntı yapar, hatta sorun büyürse kolonlara-temele zarar verebilir.
Ekonomimizin sorunu aşikâr ve yapısal
değişim şart. Fakat bunu yapacak imkânımız da zamanımız da yok. Bunun için
sorunu zamana yaymak ve teker teker çözmek zorundayız. Bu zamanı kazanmanın en
etkili yöntemi faiz artırmak yani bozuk parçayı değiştirmek. Bunun dışındaki
tüm yöntemler sunidir ve daha büyük sorun açabilir. (önceki modellerde olduğu gibi)
Ülkedeki mevduatın yaklaşık %64’ü yabancı
para cinsinden. Kalan kısım yani TL olan kısım 2 trilyon lira ediyor. Bu
rakamın yarısının duyurulan modeldeki mevduata yatırıldığını düşünelim. 1
Trilyon liralık mevduatta kur farkı yukardaki örnekteki gibi 6 ayda %23 olursa
230 milyar TL hazineye yani halka yük demektir. Hadi iyimser tablo olsun %10
fark olsun, 100 milyar lira yapar. Bu nasıl bir para biliyor musunuz? Yıllardır
asgari ücretten vergi alınmasın, işçinin memurun vergi yükü düşsün diye gösterilen
çaba sonunda asgari ücret kadar ücretten vergi kalktı ya, işte onun bütçeye
maliyeti 35 milyar lira. Yani asgari ücretliye verilen desteğin 3 katı yapar.
Bakın dostlar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin tek geliri vatandaştan aldığı vergidir. Ne petrolü var ne doğalgazı. Peki bir düşünelim bu ülkede kimler ne kadar vergi veriyor? Aşağıdaki grafiğe bir bakın. Vergi gelirinin %8’i kurumlar vergisinden geliyor bu ülkede. Yani patronlardan, zenginlerden, bankalardan. Geriye kalan kısmı biz marabalar ödüyoruz.
Peki vergilerimiz yetecek mi? Hazine bu parayı verebilecek mi, parası var mı? Zaten hep borçlanarak çeviriyor bütçeyi. Bu durumda daha çok borçlanacak. Hazinenin şu anda iki yıllık borçlanma faiz oranı %22-23 civarında. Paraya ihtiyacı arttıkça bu oranın yükseleceğini anlamak zor olmasa gerek. Parayı verecek bir diğer kurum da TCMB. Döviz alıp TL verecek, yani para basacak. Tabi ki bu enflasyonu artıracak.
Peki bankalar bu kadar mevduatı
toplayıp ne yapacaklar? Kredi muslukları sonuna kadar açılacak. Bir bölümü kredibilitesi
olanlar tarafından bir bankadan yüklü miktarda kredi olarak çekilecek, öbür
bankada mevduata yatacak çünkü bir sınır yok. Bir kısmı hazineye yüksek faizden
borç verilecek, kalanı da piyasaya pompalanacak. Bu kadar kredi arzı bol para
yaratacak, bu bol para enflasyonu artıracak. Peki enflasyon artarken, paranın
değeri düşerken kurun yükselmeme olasılığı nedir? Var mıdır?
Dünya enflasyonist bir konjonktüre
girerken, İngiltere Merkez Bankası faiz artırmışken, FED’in ve Avrupa Merkez
Bankası’nın bunu yapmayacağını kim garanti edebilir? Zaten FED varlık alım
programını erken sonlandıracağını ve 2022’de 3 kez faiz artıracağını söyledi.
Bu durumda dolar kuru yükselmeyecek mi? Peki diyelim kur yükselecek, biz buna
nasıl müdahale edeceğiz? Faiz artırmayacağız hatta indireceğiz diyoruz. Merkez Bankası
dolar satsın o zaman değil mi? Aşağıda grafiği var. Sizce satacak dövizi var
mı?
Sıhhi tesisat örneğinden devam edersek, evet komple bir değişim gerekiyor bu şart. Patlak borular var. Yapılması gereken patlak parçaları değiştirmek ve tüm tesisat değişimi için zaman kazanmak para biriktirmek. Aksi halde suni tadilatın faturası çok ağır olur. Ekranlarda “yağ yoktu, şeker yoktu” diye eski günlere küfreden dayıların aynı dönemde parlak bir fikir olarak sunulan “Dövize Çevrilebilir Mevduat” icadını hatırlamamaları çok üzücü.
Neydi bu DÇM? Askeri müdahale, petrol
krizi ve Kıbrıs ambargosu nedeniyle bunalım geçiren hükümetler, döviz bulmakta
büyük sorun yaşamıştı. Üst üste gelen devalüasyonlarla TL pul olmuş halk
fakirleşmişti. O günlerde yurtdışında bulunan Türklerin paralarını çekebilmek
için paralarının değerini garanti altına alan bir uygulamaydı. Amaç kur baskısı
olmasın (sabit kur olduğu için artamıyor) ekonomi rahatlasındı. Bir süre çok az
bir faydası görüldü (Detay için bakınız).
Peki sonuç ne oldu biliyor musunuz? Gelin bu DÇM’den kaynaklanan borcun son taksitini ödeyen rahmetli
Turgut Özal’a kulak verelim.
Aynen
şöyle diyor Özal: “İnşallah gençlerimiz bundan
ders alır. Bir daha böyle hesapsız kitapsız hatalar yaparak, gelecek nesilleri
zor taşınan yük altına sokmaz. 84-89 arasında bu ödemeleri yapmasaydık aile
başına herkese 1 milyon TL para ödeyebilirdik. 9 bin ilave okul, 900 orta boy
fabrika, 500 hastane ve 4 bin km otoyol daha yapardık. 100 bin insan iş sahibi
olabilirdi. İşte geçmişin hatalarının bir topluma ne kadara mal olduğunun basit
bir bilançosu budur.1970li yıllarda o zaman kendilerini akıllı, uyanık sananlar
böyle bir yol buldular. Tam 221 bankaya borçlandık ve Türkiye bunları ödeyemedi.” Ve şöyle devam ediyor
“Benim memurum, işçim, esnafım diyenler, DÇM'nin yükünü vatandaşın sırtına
yıktılar, orta direğin sırtına yıktılar. Bu borcu siz ödediniz”. Detay
bilgi için buraya
bakabilirsiniz.
Peki TCMB’nin faiz artırmasının riski ne? Sıfır. Maliyet
önceden belli (ne kadar faiz ödeyeceğiniz). Gerisi piyasanın bileceği bir iş
olurdu. Peki neden bu kadar riskli bir karar alıyoruz da faiz artırmıyoruz? Bu
sorunun cevabını bilen olduğunu sanmıyorum. Faiz hassasiyeti desek, cezalara, öğrenim
kredilerine, hazine borçlarına ödenen faizler ortada. Belki ilerleyen yıllarda
şerefli basınımız bu soruyu sorabilir.
Bu yöntemin tutmasının tek koşulu dövizin artmaması. Umarım bir
mucize olur, kur yükselmez, model başarılı olur. Bunu inanılmaz çok istiyorum.
Öyle aptal aptal inşallah başaramazlar da rezil olurlar muhalefeti kafasında değilim. Çünkü
kendimi ve çocuklarımı düşünüyorum. Yoksa faturayı biz marabalar ödeyeceğiz, bankalar
mevduat sahipleri ve zenginler ise paralarına para katacaklar. Model tutmazsa da saçma şekilde ısrar edilmez umarım. Ya terk edilir ya da faiz artışıyla desteklenir. Yani inşallah ve lütfen.
Son olarak bunca telkine rağmen, faiz indirince enflasyon düşecek, döviz garantili mevduatla kur düşecek ülke rahatlayacak tezini öne süren hükümet aksi durumda ne yapacak? Üzülecek mi? Yoksa sorumluluğu kabul edecek mi?