Bir şeyin varlığını inkâr ederek
o şeyi yok edeceğini zannetmek tipik bir yurdum insanı hastalığıdır. Mesela
aldığınız bir üründe hata olduğunu asla o satıcıya kabul ettiremezsiniz.
Telefonunuzdaki arıza kesinlikle tüketici hatasıdır. Kopya çekerken yakalanan
bir öğrencinin ilk yaptığı şey bunu inkâr etmektir. Alkol alan bir sürücü ölçüm
cihazında kabak gibi alkollü görünmesine rağmen “valla alkol almadım memur bey”
der. Üniversite sınavına hiç hazırlanmamış bir öğrencinin sonuçlar açıklanınca
ilk yaptığı şey çalışmadığı yönündeki tüm söylemleri inkâr etmektir. Kısacası
karşılaştığımız bütün sorunları yok saymak, kendimizin mükemmel olduğu ön kabulü
ile tüm sorunları inkar etmek bizim kronik bir zaafımız.
Türkiye uzun bir süredir orta
gelir tuzağına hapsolmuş, üst gelir grubuna çıkabilmesi için gerçekleştirmesi
gereken reformları gerçekleştiremeyen bir ülke. Bu durum neredeyse 30 yıldır devam
ediyor. 2000 ile 2010 yılları arasında bu geçiş gerçekleşiyor gibi göründüyse
de gerçekleşmedi. Hatta bugün orta gelir içerisinde dahi gittikçe geriliyoruz.
Türkiye 2000 yılında dünyanın en
büyük 17. Ekonomisi idi (hatta 80'li yıllarda da). Sıralaması zaman zaman değişse de 2017 yılında da 17. idi. 2018 yılında ise 18.liğe ve 2019 da 20.liğe geriledi. Son 20 yılda ülke
ekonomisinin en azından diğer ülkeler kadar gelişmediğini hatta diğer
ülkelerden daha kötü bir performans sergilediğimizi anlayabiliyoruz. Bu konuda daha detay bir okuma için Mahfi Eğilmez’in bloğunu buradan
okuyabilirsiniz. Elbette sadece ülke hasılası refah düzeyini ölçmüyor. Aksi
durumda Çin dünyanın en refah ikinci ülkesi olurdu. Fakat kişi başı gelirde durumumuz
daha kötü. 2018 verilerine göre kişi başı gelirde 68. ülkeyiz (kaynak).
Bu durum aslında hiç de uçup kaçtığımız gibi refah içinde yüzmediğimizi
gösteriyor.
Tüik Ciddi Maddi Yoksunluk adı
verilen bir istatistik tutuyor. 2006 yılından beri tutulan bu veriler aslında
ülkemiz hakkında bize çok net bilgiler veriyor.
Peki ciddi maddi yoksunluk ne
demek?
·
Çamaşır makinası
·
Renkli televizyon
·
Telefon
·
Otomobil
·
Beklenmedik harcamalar
·
Evden uzakta bir tatil
·
Kira ya da konut kredisi ödemesi
·
İki günde bir et, tavuk ya da balık içeren bir
yemek tüketmek
·
Evin ısınma ihtiyacı
Yukarıda sayılan bu temel ihtiyaçların
üç tanesi karşılanamıyorsa maddi yoksunluk, eğer dört tanesi karşılanamıyorsa
ciddi maddi yoksunluk olduğu ortaya çıkıyor. 2018 yılında Türk halkının %26,5’i
ciddi yoksunluk içinde olduğu ortaya çıktı. Bu oran Avrupa içerisindeki en
yüksek rakam. 2019 yılı oranının bundan daha yüksek olacağı da aşikâr. Batıyor
dediğimiz Yunanistan’da bile bu oran %16,7.
Daha detay bir bilgiye buradan
ulaşabilirsiniz.
Ülkeler arasındaki gelişmişlik
farkını anlamanın bir diğer türü insani gelişmişlik endeksidir. Tüik’in tanımına
göre bu endeks insani gelişmenin
üç temel boyutu olan “uzun ve sağlıklı bir yaşam”, “bilgiye erişim” ve “insana
yakışır yaşam koşulları” kapsamında ele alarak ölçen bir endekstir. Gelirin
yanı sıra insani gelişmeyi ölçmeyi amaçlayan gelir dışı göstergeleri de esas
almaktadır. İnsani Gelişme Endeksi’nin amacı hem sosyal hem de ekonomik
kalkınma için referans olan tek bir istatistiğin yaratılmasıdır. Tüik verilerine göre Türkiye insani
gelişmişlik endeksinde 189 ülke arasında 59.dur.
Uluslararası ekonomik ve sosyal
gelişimi ölçen bir diğer gösterge “Daha İyi Yaşam” istatistiğidir. OECD
tarafından tutulan bu istatistik,
·
Konut harcamaları
·
Hane halkı geliri
·
İstihdam oranı ve kişisel kazanç
·
Eğitim
·
Çevre
·
Sağlık
·
Yaşam memnuniyeti
·
Güvenlik
gibi başlıklardan oluşmaktadır.
Tüik verilerine göre Türkiye 36 ülke arasında 34. sıradadır.
Buraya kadar ülkemizin ekonomik
ve sosyal durumunu diğer ülkelerle karşılaştırdık. Mevcut verilerin hiç birisi
durumun parlak olduğunu göstermiyor. Diğer uluslararası göstergeler de bu savımızı doğruluyor. Fakat bu kadar gösterge yeterli bence.
Peki ülkemizin son dönemde kendi içindeki gelişimi nasıl? Kendi içinde bir refah artışı söz konusu mu? Bir kriz var mı? Aslında bu sorunun cevabı gayet net. Ülkedeki işsizlik, hayat pahalılığı, kişi başı gelir, sanayi üretim endeksi, konut satış rakamları gibi göstergeler ciddi bir krizde olduğumuzu gösteriyor. Ben burada halk arasındaki terimleri kullanarak sonuca ulaşmaya çalışacağım.
Peki ülkemizin son dönemde kendi içindeki gelişimi nasıl? Kendi içinde bir refah artışı söz konusu mu? Bir kriz var mı? Aslında bu sorunun cevabı gayet net. Ülkedeki işsizlik, hayat pahalılığı, kişi başı gelir, sanayi üretim endeksi, konut satış rakamları gibi göstergeler ciddi bir krizde olduğumuzu gösteriyor. Ben burada halk arasındaki terimleri kullanarak sonuca ulaşmaya çalışacağım.
Sen kriz var diyorsun ama herkesin
evi var abi.
Bu tespit tamamıyla yanlış. Tüik’in
açıkladığı gelir ve yaşam koşulları araştırmalarına göre ev sahipliği oranları aşağıdaki
tabloda verilmiştir.
Yıllar
|
Ev sahipliği oranı
|
2006
|
60,9
|
2010
|
60
|
2015
|
60,4
|
2016
|
59,7
|
2017
|
59,1
|
2018
|
59
|
Tablo verileri bize çok net bir şey söylüyor. Son 13 yılda Toki ve ucuz konut kredisi gibi tüm konut politikalarına rağmen, mevcut konut stoğundaki ev sahibi oranının artmak bir yana azaldığı görülmektedir. Bu demek oluyor ki herkes ev almamış. Zaten ev sahibi olan insanlar yatırım amaçlı konut almış.
Yukarıdaki grafikte tekstil elektronik,
tıbbi ürünler ve kozmetik gibi birçok alanda yapılan satışları gösteren perakende
satış endeksi verilmiştir. 2018’in 1. Ayından başlayıp 2019’un 11. Ayına kadar
devam eden grafikte, son 3 aydır bir toparlanma olduğu fakat öncesindeki 20
ayda giderek daralmış bir perakende satış hacmi olduğunu gösteriyor.
Grafikten anlaşıldığı üzere insanlarda
acayip para yokmuş ve herkes deli gibi alışveriş yapmıyormuş. Yani satışlar
ciddi oranda azalmış.
Memlekette fakir yok abi. Asgari
ücret bile acayip para. 2002 de asgari ücrete bir şey alınmazken şimdi neler
alınıyor …..
Aslında tamamen şehir
efsanesinden oluşan bu ön kabul ciddi yanlışlar içeriyor. Yukarıdaki bölümde
ülkemizdeki insanların %26,5’inin temel ihtiyaçlarının bir bölümünü dahi
karşılayamayan ciddi maddi yoksunluk çeken kesim olduğunu ifade etmiştim. Asgari ücretle ilgili kısım ise daha
karmaşık. Öncelikle asgari ücret, işveren tarafından çalışana verilebilecek
minimum rakamı gösteriyor. Ve Türkiye’de mevcut asgari ücretin dahi altında
çalışan ciddi bir işçi grubu bulunmakta.
Asgari ücrette rakamsal artışın
yanında reel bir artış da söz konusu. Yani enflasyon oranından daha fazla artış
gerçekleşmiş. Burada asgari ücretin olması gerekenden çok arttığı gibi bir
yanılgı ortaya çıkıyor. Tamamen enflasyondan arındırılmış asgari ücret 2002
yılından 2018 yılına %58,4 artış göstermiş. Siyasilerin meydanlarda propaganda
yaptıkları yer burası. İyi ama aynı dönemde kişi başı gelir yine enflasyondan
arındırılmış şekilde %91,3 artış kaydetmiş. Kısacası asgari ücretli elde etmesi
gereken payın çok altında bir pay almış. Hatta onun payını da başkaları almış. Daha
detay bilgiye doğruluk
payının çalışmasından ulaşabilirsiniz.
Asgari ücretle ilgili bir başka
sorun ortalama ücretin her geçen yıl asgari ücrete daha fazla yaklaşması. Tüik’in
yayınladığı ortalama ferdi ücretin asgari ücrete oranı 2007 yılında 2,13 iken
bu rakam 2018 yılında 1,56’ya gerilemiş bulunuyor. Yani 2007 yılında ortalama
ücret asgari ücretin iki katından fazlayken 2018 yılında bir buçuk katına
gerilemiş bulunuyor. Buradan iki sonuç çıkıyor. İlk olarak asgari ücretten
fazla ücret alanlara yapılan zam asgari ücret zammının altında kalıyor.
İkincisi ise giderek daha fazla sayıda çalışan asgari ücrette çalışıyor.
Asgari ücretle ilgili önemli bir
diğer gösterge Türkiye’deki ücretle, işgücünün ucuz olduğu ülkelerdeki asgari
ücretlerin birbirine oldukça yaklaşması. China
Daily’nin haberine göre Çin’in bazı bölgelerinde asgari ücret 364 dolar
civarına kadar yükseldi. Daha detaylı bilgi için Disk
2020 asgari ücret raporuna bakabilirsiniz.
Sonuç olarak, maalesef Türkiye
iddia edildiği gibi kalkınmış, gelişmiş ülkelere yetişmiş hatta onları geçmiş
bir ekonomi değil. Ekonomik ve sosyal olarak gelişmiş ülkelerin gerilediği
hatta battığı gibi söylemler de popülizmden öteye gitmiyor. Türk ekonomisi elbette bir gelişim içinde.
Belli alanlarda elbette bir ilerleme kaydediliyor. Fakat bu ilerlemelerin
hiçbirisi bizden daha iyi konumdaki ülkeleri yakalamamıza yetmiyor. 2000
yılında dünyanın en büyük 17. ekonomisi iken, (bize göre yapılan bunca yatırıma
rağmen) 2019 yılında en büyük 20. ülke konumundayız. Ülke hasılasının dışındaki
göstergelerde ise bundan çok daha kötü bir görüntü sergiliyoruz. Uyguladığımız
politikaları gözden geçirmemizin şart olduğu ortada.
Ülkenin son yıllarda bir krizde
olduğu, kriz öncesi dönemde ekonomik olarak elde edilen gelirin alt tabakaya
yansımadığı görülüyor. En zengin %20’nin aldığı payın, 2010 yılında %44,9 iken
2018 de %46,8 olması bunun bir diğer göstergesi. Ne konut satışı ne gelir artışında
alt gelir grubunun refahını artıran bir unsur maalesef görünmüyor.