16 Ağustos 2025 Cumartesi

Vasata Razı Olmak ve Nepotizm, Kalitenin Önündeki En Büyük Engel

Bir fikrin, bir çalışmanın ya da bir sanat eserinin geniş kitlelere ulaşması çoğu zaman onun niteliğine değil, onu kimin sunduğuna bağlıdır. Günümüzde bir işi popüler biri yaptığında, sosyal medya, geleneksel medya ve diğer popüler destekçiler o işi hızla yayar, herkesçe bilinir hale getirir. Ancak bu çevrelere erişimi olmayanların ürettiği akademik makaleler, şarkılar, yazılar veya kitaplar çoğu zaman heba olup gider. İronik olan şu ki, popüler hale gelen işlerin bir kısmı, kıyıda köşede kalmış işlere kıyasla çoğu zaman vasat bile olabilir. Buna rağmen parlatılır, dolaşıma sokulur ve değerliymiş gibi sunulur.

Aslında bu tablo sadece kültür-sanat için geçerli değil; girişimcilikten akademiye, özel sektörden kamuya kadar hemen her alanda karşımıza çıkıyor.

Girişimcilikte Görülen Çarpıklık

Örneğin girişimcilik ekosisteminde, yatırım kararlarının çoğu zaman fikirlerin niteliğine göre değil, sahibinin kim olduğuna göre verildiğini görüyoruz. Sırf “X kişisinin Y’si” diye, aslında hiçbir yenilik içermeyen fikirler milyonlarca liralık yatırım bulurken; son derece parlak ve kıymetli fikirler, yeterince tanınmayan kişilerden çıktığı için görmezden geliniyor. Hatta aynı konuda 50. girişimlere fon sağlanırken, farklı ve yenilikçi işler atıl kalıyor.

Bu durum, sadece sermaye piyasalarında değil, insan kaynağı seçiminde de geçerli.

Özel Sektörde Kamudan Farksız Bir Durum

Kamu kurumlarında torpilin varlığından sıkça şikâyet edilir. Oysa özel sektörün alım süreçleri de çoğu zaman farklı değil. Çok daha nitelikli adaylar dururken, “tanıdık biri” ya da “bizden biri” tercih ediliyor. Yani torpilin modern adı “network” olmuş durumda.

Aynı eğilimi akademi ve medya dünyasında da görmek mümkün.

Akademi ve Medya Dünyasında Vasatın Yükselişi

İktisat özelinde örneklersek: niteliği düşük makaleler, vasat analizler ya da yüzeysel kitaplar en gözde dergilerde, televizyon ekranlarında ya da gazetelerde yer bulabiliyor. Buna karşın, çok daha yüksek kalitede üretilmiş çalışmalar, görünürlükten yoksun kaldığı için sesini duyuramıyor. Yani popüler olanın niteliği çoğu kez sorgulanmazken, nitelikli olanın görünürlüğü garanti değil.

Bu örnekler bize şunu gösteriyor: sorun bireysel alanlara özgü değil, toplumsal bir alışkanlığa dönüşmüş durumda.

Toplumsal Bir Hastalık

Nepotizm, torpil veya daha kibar tabiriyle “network”, yalnızca bireysel bir tercih ya da küçük bir çarpıklık değil; ülke çapına yerleşmiş bir hastalık. Gelişmenin, yeniliğin ve kalitenin önündeki en büyük engel bu. Bir işi çok iyi yapmak mümkünken vasata razı olunuyor.

Peki bu kısır döngüyü nasıl kırabiliriz?

Çözüm: Standartlaşma ve Liyakat

Elbette en doğru yol, güçlü bir ahlaki kültürün yerleşmesi olurdu. Ancak ahlaki ilkelerin yeterince güçlü olmadığı bir ortamda, işe standartlaşma ile başlamak gerekiyor.

Standartlaşma, yazılı ya da yazılı olmayan, açık kuralların belirlenmesi demektir. Bir işe yatırım yapılırken, bir adaya iş verilirken, bir çalışmanın değerlemesi yapılırken şu tür standartların işletilmesi zorunlu hale getirilebilir:

  • Şeffaf kriterler: Yatırımların, işe alımların veya fonlamaların hangi ölçütlere göre yapıldığı açıkça paylaşılmalı.

  • Objektif puanlama: Seçimler, tanıdıklık yerine somut yeterlilik puanlamasına dayanmalı.

  • Bağımsız değerlendirme: Akademik ve sanatsal eserler, kim tarafından üretildiğine değil, hangi nitelikleri taşıdığına göre bağımsız jürilerce değerlendirilmelidir.

  • Düzenli denetim: Standartların kâğıt üzerinde kalmaması için bağımsız kontrol mekanizmaları kurulmalı.

Bu tür standartlar, aslında kaybolmuş ahlaki ilkelerin yerine koyulacak geçici bir dayanak işlevi görebilir. Zamanla liyakat kültürünün gelişmesi için sağlam bir zemin hazırlar.

Sonuç

Kaliteyi görünür kılmak, vasata teslim olmamak ve gerçekten değerli olanı parlatmak; sadece bireylerin değil, toplumun tamamının sorumluluğudur. Ahlaki ilkelerle desteklenmiş bir standartlaşma kültürü olmadan, gerçek bir gelişmeden söz edemeyiz.